Hedef tüm dünya, tüm insanlık, bunun istisnası yok. Ama her şey bir anda olacak değil, sırası ile... Peki, sırada hangi ülke var derseniz; Türkiye joker olarak her zaman masada. Kimse Türkiye’den vazgeçemez. İktidarları teslim alıp Türkiye’yi kendileri yönetmek isterler. Bazen ekonomiyi kullanırlar, bazen darbe yaptırırlar, bazen terör, bazan savaş tehdidi gündeme gelir. Bazen VIP ve CIP’leri tehdit ederler, şantajla yanlarına çekerler.

Mesela CHABAT ile uygun adım gidecek ve ülkenizdeki Müslümanların kontrol ederek oyalayacaksanız sizden iyi iktidar adayı yoktur onlar için…

Türkiye’nin etrafındaki çember daralıyor. Moskova ile Bakü arasındaki kriz Türkiye için de ciddi bir sorun. Rusya ABD ve İsrail’in orada askeri üs kurmasından rahatsız. Rusya, AB ve ABD’nin Gürcistan ve Ermenistan ilgisinden de rahatsız. Moskova-Bakü krizi, Ukrayna krizi kadar önemlidir. Böyle bir krizi doğrudan ve dolaylı olarak Türkiye, İran, Ermenistan ve Gürcistan’ı da ilgilendirir. Özellikle Türkiye ile Rusya arasında bir kriz NATO’nun ekmeğine yağ sürecektir. Vekalet savaşı, İran’dan Azerbaycan’a doğru genişlemiş olacaktır. Bu güzergâh; Çin’den gelen ticaret yolunun kuzey ayağı için ciddi bir engel teşkil edecektir.

ABD denizden Hint okyanusundaki Diego Garcia’daki askeri varlığını tahkim ediyor. Bu kez hedefte sadece İran değil, Pakistan da var. İran’da Kürt ve Belüclerin ABD ve İsrail’in öncelikli ilgi alanı. Bu senaryoya Hindistan’da destek veriyor. Hindistan, İran, Pakistan, Afganistan’daki Belücler üzerinden hem İran’ı, hem Afganistan’ı, hem de Pakistanı baskılamak istiyor. Zaten kıtalararası füze üreten, Nükleer bir güce sahip Pakistan İsrail tarafından kendisi için bir tehdit olarak görülüyor.

“Belücistan Kurtuluş Ordusu”, PKK ile eş zamanlı olarak Suriye'deki kamplarda eğitildi. Bu çerçevede PJAK ile “Belücistan Özgürlük Hareketi” arasında sıcak bir işbirliği var. Hindistan’ın ABD, İsrail’le birlikte oluşturduğu Şeytan Üçgeni’nin hedefinde Türkiye de var. Bu anlamda Hindistan Yunanistan’a önemli miktarda orta menzilli füze takviyesi sağladı. Bu yakınlaşma Yunanistan’ın Ege'de kara sularını 20 mile çıkartma planının ön hazırlığı olarak görülüyor. Bu anlamda eş zamanlı olarak Ege adalarında, Kıbrıs’ta ve Meis ile ilgili bazı konularda kriz yaşanabilir.

Bu arada PKK’nın silah bırakma işi de sarpa sartı. DEM’in misafiiri olarak batılı ülkelerden gelen politik bir grubun Abdullah Öcalan’la görüşme talebi ortamı ısıtmış durumda. Bu gelişme sıradan bir olay değil. Son günlerde meydana gelen olaylar, birbirinden ilgisiz gibi gözükse de, onları birleştirince başka bir fotoğraf çıkıyor sanki ortaya...

Zaten silah bıraktı, bırakacak denen grublar Türkiye’ye yönelik operasyonlara başladılar. Bu arada PKK’nın dağ kadrosunda ve şehir örgütlenmesi içinde yer alan binlerce kişinin Suriyeye geçerek KCK’ya katıldığı haberleri geliyor. Yani öyle anlaşılıyor ki, PKK dağ ve şehir kadroları bundan sonra Suriye’de SDG çatışı altında, KCK adı ile, paralel örgütleri olan PYD ile birlikte faaliyetlerini Suriye topraklarında sürdürecekler.

Türkiye’nin desteklediği Suriye yönetimi ise, son olarak Kushner / Dahlan koalisyonuna katılmış bulunuyor. Görünen o ki, SDG koalisyonu içinde KCK, PYD, Ermeni, Süryani, Dürziler, Ezdiler özerk bir yönetim kuracaklar ve bunları sınırı Irak'tan başlayıp Doğu Akdeniz’e kadar uzayacak. Yani ülkenin en büyük toprak parçası bunların olacak. Hatta bunlar, Irak'taki Kürt topluluklar ve İran’daki PJAK ile de ayrıca ortaklık kurarak, sınırlarını İran’ın içleri,ne doğru uzatacaklar. Yani Türkiye’nin bütün karadan güney sınırına çok büyük ölçüde SDG koalisyonu yerleşmiş olacak. Zaten Hatay’ın alt yakasında Nuseyriler var. Lazkiye bölgesindeki, Akdeniz havzasındaki Nuseyri’ler hayal ettikleri özerkliklerini ABD, İsrail, Scycos - Picot ülkeleri İngiltere ve Fransa üzerinden garanti altına almak istiyorlar. Tabi burada Rusların bundan sonra ne yapacaklarını da görmemiz lazım. Yani Ruslar, Tartus’taki Akdeniz’deki tek ikmal üssünü de kaybedebilirler.

Türkiye’nin Ankara anlaşmasından doğa vasayat hakkı, Türk sınır bölgesindeki Türkmenlerin hak ve hukuklarını koruma hakkını koruyup koruyamayacaklarını zaman gösterecek.

Tabi, İran’da bir karışıklık olacak olursa, Azerilerin bir kısmı göç için Türkiye’yi tercih edebilir. Buna da hazır olmak gerek.

Türkiye’de son günlerde gelişen yangın, yeni davalar, mahkeme kararları, Leman dergisindeki karikatür tartışması, aynı günlerde Muhammed Yakut’un ölüm haberi, bana çok sıradan olaylar gibi gelmiyor. Muhammed Yakut, 1 Mayıs 2025’de, KKTC’de 2022’de öldürülen yasa dışı bahis baronu Halil Falyalı’nın muhasebecisi Cemil Önal ile görüşmek üzereyken Hollanda’da yakalanmış ve Türkiye’nin çıkardığı kırmızı bülten nedeniyle tutuklanmıştı. Yakut, 30 Haziran 2025’te Hollanda’daki cezaevinden tahliye edilmiş, ancak tahliyeden bir gün sonra, 1 Temmuz 2025’te Almanya’da bir saunada kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmişti. İlginç. Öldü mü, öldürüldü mü, öldü diye kayıttan mı düşürüldü ve yeni bir kimlikle korumaya mı alındı birileri tarafından. Herşey mümkün, sonuçta bu tür olaylar hakkında kimse konuş(a)mıyor, her nedense. Bu konuşulamayan konular söylentiye dönüşüyor. Sıradan bir söylenti, bazan en tehlikeli gerçekten daha tahripkarolabiliyor, bunu da hatırlatalım.

Yeni açılan davalar, eski davalarda verilen ara kararları, gelişmekte olan olaylar ışığında çok farklı anlamlar kazanmaya başladı. Bu davalar bugün herkesimden insanın vicdanında ciddi bir meşruiyet tartışması için zemin oluşturmaya başladı. Böyle bir zamanda iklim kanunun yeniden gündeme getirilmesi, Kenevir konusunun tartışmaya açılması, LGBT’nin onur yürüyüşü yapma girişimi, CHP’nin ve Sosyalistlerin eylemleri ile başlayan sürecin, Aşure günü’nün ardından bir hafta sonrasının en sıcak gündemi 15 Temmuz olacak.

Eylüle kadar CHP’de cadı kazanı kaynamaya devam edecek. Zaten bugünde CHP ideolojik kimliğini kaybetti. Kadrosu dağıldı. Yabancıların himmetinde, himayesinde bir taşeron örgüte dönüştü. Bu sonuç CHP’nin geleneksel tabanında AK Partiye duyulan öfkeyi tavan yaptırdı ve batılı ülkelere, ABD, İngiltere ve İsrail’e Türkiye üzerinde baskı kurmak noktasında uygun bir zemin oluşturdu.

Düşünsenize, bir yandan CoVID ve mRNA’yı tartışamaya devam ederken, bir de başımıza İklim belası sarılıyor. O da yetmiyor Chemtrailsile tepemizden pislik / zehir yağdırıyorlar.

Covid-19 mRNA aşıları sonrası aşağıdaki hastalıklardaki artışlarla ilgili bir veri yayınlandı, sonuç inanılmaz. O günlerin vebalini taşıyanlardan bir açıklama yapan, helallik dileyen var mı? Sahi, bu cinayetlerin asıl sorumlusu kim, niçin bu cinayete alet oldular? 1.⁠ ⁠Alzheimer (+22,5 %) , bu hastalık yaşı 40’a kadar gerilemiş. 2.⁠ ⁠Bilişsel bozukluk (+137.7 %), 3.⁠ ⁠Depresyon (+68.3 %), 4.⁠ ⁠Kaygı bozuklukları (+43.9 %), 5.⁠ ⁠Uyku bozuklukları (+93.4 %). Bu durumun "toksik Spikeproteini"nin kafatası-meninksler (beyin zarı)beyin ekseninde birikmesi ve muhtemelen kalıcılığından kaynaklanmış olabileceği tartışılıyor.

Bu süreçte, İHA, SİHA, Yol, körü, baraj, hastahane, hava alanı, deprem konutları gibi ihale konusu işlerle PR yapmaya çalışanların bu gün geldikleri nokta ortada: Erdoğan’a seçmen desteğinin %30’lara gerilediği rapor ediliyor. Öte yandan toplumun %40’a yakını siyasi partilere güvenmiyor. Düşünebiliyor musunuz, bunca olanlardan sonra AK Parti oylar %31’e gerilemiş, CHP oyları bütün bu olanlara rağmen kendi tabanlarında bir dayanışmaya sebeb olmuş ve %30 seviyesinde. MHP ve DEM %10’ar, İYİ Parti %4.4, Zafer %3.4, YRP %3.4 seviyesinde, diğerleri %7 cıvarında.. İlk kez AK Parti’ye güven Erdoğan’a duyulan güvenin az da olsa önüne geçmiş. Bu AK Partinin geleceği için hayra alamet değil. Troller üzerinde yapılan algı operasyonun geri tepmeye başladığını gösteriyor bu durum. Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yokeder..

Buyurun size bir kamuoyu yön-eylem araştırma raporu: “Sizce bugün Türkiye’nin en güvenilir kurumu hangisidir?” diye sormuşlar, sonuç şöyle: “Hiç birine güvenmiyorum” diyenler en büyük grubu oluşturuyor. Onların oranı%24.9. (%20 bile güven duyulan bir örgüt yok. Yani hepsi sınıfta kalmış. %10’luk grubta 3 kurum var, 3’ü de güvenlikle ilgili) Türk Silahlı Kuvvetleri:%18.0, Milliİstihbarat Teşkilatı:%13.5, Emniyet Müdürlüğü%10.6. Güvenilirlik sıralamasında %9-%5’arasında sadece 2 kurum var; Cumhurbaşkanlığı:%8.3, TBMM:%8.1. (Her ikisi de %8 seviyesinde). Bundan sonrası utanç verici: Üniversiteye açılan kapı olan ÖSYM’ye duyulan güven %2.2, Hakimiyeti milliye şiarına ulaşım için bir eşik olan “Milli İradenin tecelligahı”na açılan kapı hükmündeki Yüksek Seçim Kurulu:%2.0, Dini topluluklar ve Diyanet camiasına duyulan güven:%1.9, Bu sonuç cemaat denilen yapılar ve “din maskeli siyaset”insebeb oldukları bir sonuç olsa gerek. Belediyelerin durumu daha da kötü. Bu konuda genel olarak parti farkı gözetilmiyor:%1.6, Yargıya güven belediyelerin de gerisinde . “Adalet mülkün temelidir” diyorduk değil mi? “Yargı Borsası” gibi hepimizin yüzünü kızarması gereken bir durumun gölgesinde kalan yargı sondan 5.ci sırada. :%1.6, Hani “adil şahid”ler olacaktık. Ölçü’yü – tartıyı doğru tutacaktır. Sonuç ortada, TÜİK:%1.3, Bankaların durumuTUİK’den de beter. Başta da merkez Bankası tabi. Zaten katılım bankaların esamesi okunmuyor.:%1.2, En çok güven erazyon’u“Siyaset esnafı”nda :%1.0, Politikacıların kiralık kalemlerinin tetikçilik yaptığı bir camia olarakMedia’yagüven:%0.8 diğerlerinden önce sonunda. Zaten diğerleride:%3..

Bu verilerin üzerinde hepimizin oturup uzun uzun düşünmesi gerek. Bu veriler, fırtına öncesi sessizliği işaret ediyor.

Selam ve dua ile..