CHP, özellikle gençlerin talep ettiği bu strateji yerine kontrollü mitinglerle iktidarı erken seçime zorlama stratejisini benimsedi.
19 Mart’ta başlayan süreçle beraber muhalif kamuoyunda 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanabilmesi için CHP’nin öncülük yapacağına dair bir beklenti oluşmuştu. Ancak CHP böyle bir çağrı yapmadı, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenlere hukuki destek vermekle beraber kendisi asıl olarak Kadıköy ve Kartal’daki kutlamalara katılım gösterdi.
Tabii, muhalif kamuoyundaki beklenti de durduk yere olmadı. Özgür Özel Saraçhane mitinglerinde 1 Mayıs’ta Taksim’de olacaklarına dair şeyler söylemişti.
Peki, bu sözler neden yerine gelmedi?
CHP burada topu işçi sendikalarına attı. Sendikalar Kadıköy dediği için CHP de onları takip edeceğini söyledi. Bu gerekçenin belli bir haklılık payı var ama ben ana nedenin bu olduğunu düşünmüyorum.
Ana neden CHP’nin 19 Mart sonrasında kendisine belirlediği stratejide yatıyor.
Saraçhane mitinglerinden sonra CHP Gezi Eylemleri’ndekine benzer sokak protestolarını ve hatta toplu boykotları teşvik edebilirdi. Bunun için hazır genç ve muhalif bir kitle de vardı. Bu strateji muhtemelen ekonomiyi daha da zora sokar ve iktidarı zor durumda bırakabilirdi.
Böyle bir strateji benimsenmiş olsaydı 1 Mayıs’ta da Kadıköy’e değil Taksim’e çağrı yapılırdı.
Ancak bu stratejinin önemli handikapları vardı. Kamuoyu araştırmalarının gösterdiği, toplumun büyük çoğunluğu 19 Mart’taki yargı darbesine karşı yapılan gösterileri desteklemekle beraber bunların “düzen bozucu olmaması” şartını koşuyor. CHP’nin sokak protestolarını ve boykotu teşvik ettiği bir stratejide, eğer iktidarı devirecek kesin bir sonuç alınamazsa (ki iktidarın elinde devlet gücü olduğu için alınması çok zor) hem toplumsal meşruluğunuzu kaybedersiniz hem de iktidar tarafından kriminalize edilirsiniz.
Kaldı ki, muhalif kesimde Gezi’deki seviyelerde bir sokağa çıkma isteği olsaydı, 19 Mart sonrası koşullarda bunun gerçekleşmesi için zaten CHP’nin çağrı yapmasına da gerek yoktu. 19 Mart sonrasındaki protestolar düşük seviyede olmamakla beraber Gezi dönemindeki seviyelere de ulaşmadı. Bunda muhtemelen ülkede yaratılan korku iklimi büyük rol oynadı.
Bu sebeple CHP, özellikle gençlerin talep ettiği bu strateji yerine kontrollü mitinglerle iktidarı erken seçime zorlama stratejisini benimsedi. Böylece hem bir yandan toplumsal meşruluk korunmaya devam edilebilir, diğer yandan da polisle çatışma içereceği için sokak protestolarına katılamayan orta yaş ve çocuklu ailelerin de katılımı sağlanarak daha kitlesel mitingler yapılabilirdi.
Ancak bu stratejinin handikapı da siyasal iktidarın sizi dikkate almak zorunda olmaması. CHP bu mitingleri doğru bir kararla Cumhur İttifakı’nın kaleleri olan il ve ilçelerde gerçekleştirerek topluma ve iktidara “halk desteği artık benim arkamda” mesajı gönderiyor. Mitinglere de katılım gerçekten yüksek. Ancak gene de bu mitingler iktidar açısından bir zorlayıcılık içermiyor. Mitingler yapılıyor, bir süreliğine gündem oluyor ama siyasal iktidar gene bildiği yoldan ilerlemeye devam ediyor. Bu sebeple ben 2027’nin ikinci yarısına kadar Türkiye’de bir erken seçim de beklemiyorum.
Bununla beraber, artıları ve eksileri düşündüğünde ben CHP’nin izlediği mevcut stratejiyi gene de doğru buluyorum.
Çünkü bu uzun soluklu bir mücadele.
Her ne kadar siyasal iktidar aksini yapabileceğini umsa da, öngörülebilirliğin olmadığı bu keyfi hukuk düzeni içerisinde ekonomi bundan sonra da bozulmaya devam edecek. 2027’ye gelindiğinde ben bugünkünden daha iyi değil daha kötü bir ekonomik ortam olacağını düşünüyorum.
Ekonominin daha çok bozulması ise toplumsal huzursuzluğun daha da artması ve değişim isteğinin daha da güçlenmesi demek. CHP’nin yapması gereken bir yandan halk desteğini sürdürüp toplumsal meşruluğunu korurken diğer yandan toplumda ekonomiden kaynaklı oluşan huzursuzluğu iktidara yönelik bir erken seçim baskısına dönüştürmeye çalışmak olmalı.
Erken seçim için sonuç alınamasa bile seçim 2027 veya 2028’de mutlaka olacak. Ve Erdoğan gene aksini umuyor gibi gözükse de bu ekonomik koşullarda CHP seçimi İmamoğlu hâlâ hapisteyken de kazanabilir.
Tabii, 19 Mart’tan sonra artık bu iktidarın seçimleri kaybetmeyi kabullenip usulca çekileceğini düşünmek saflık olur. Önce elbette seçimleri meşru yollardan kazanmayı deneyeceklerdir. Ancak bunun olmayacağı anlaşılırsa mutlaka hukuk ve demokrasi dışı yollara da başvuracaklardır.
İşte o yüzden önümüzdeki dönemde Türkiye’de bir iktidar değişikliği olup olmayacağını ekonomideki bozulma ve muhalefetin direnci kadar iktidarın seçimle gitmemek için hukuktan ve demokratik meşruluktan sapmayı ne kadar göze alacağı belirleyecek.