Filmin en çarpıcı yönü, gerçeği bilmenin, gerçeği dile getirmenin önüne geçtiği noktada başlar. İnsanlar hakikati kavrar ama onu dillendirmez. Çünkü hakikat, statükoyu yıkar.

Bazı filmler sessizlikle bağırır. Bazı karakterler görünmeden daha çok şey söyler. Bazı yönetmenler vardır ki bu kompozisyonu bireyin varoluş sancılarının tam da göbeğine saplar ve karşı konulmaz bir aydınlanmanın, hesaplaşmanın ve vicdani muhasebenin içinde buluruz kendimizi.

Asghar Farhadi’nin 2009 yapımı About Elly filmi tam olarak böyle bir anlatıdır. Görünmeyen, gizlenen bir karakter üzerinden, bir toplumun görünmeyen yaralarına ayna tutan, çatlak sesleri vicdanın duvarlarında yankılanan bir filmdir bu. Ve şüphesiz ki bu senfoninin orkestrasını da ancak Farhadi gibi bir yönetmen bu kadar görkemli yönetebilir.

Filme adını da veren Elly'nin hikâyesi, ortada yoktur ama aslında tam da merkezdedir. Tıpkı Hannah Arendt’in dediği gibi, “Kötülük çoğu zaman sıradanlıkla sarılır” ve bu filmde kötülük, planlı bir cinayet değil, iyi insanların korkuyla beslediği suskunlukların toplamıdır. Film öylesine etkileyici bir kurguya sahiptir ki hepimiz o kumsalda birer tanık haline geliriz ve sustuğumuz her an, “biz” dediğimiz topluluğun çöküşüne bir tuğla daha ekleriz.

Farhadi, klasik bir İran ailesi tablosu çizmek yerine, modernleşmenin eşiğinde duran, Batılılaşmış ama henüz özgürleşememiş bir sınıfın röntgenini çeker. Sahildeki villa, kolektif bir bilinçaltının metaforudur. Dışarıdan görkemli ama içeride rutubetli, çatlaklarla dolu bir yapıdır burası. Bu insanlar, hakikatle değil, hakikatin şekliyle ilgilenir. Yalan “söylenir”, çünkü “ayıp”tır. Gerçek saklanır, çünkü toplumsal yargılar ve başkalarının dedikleri çoğu anlamda bireyin eylemlerinde belirleyicidir. Ahlak kavramı, burada vicdan değil, gelenek, utanç ve beklentidir. Yani Foucault’nun dediği gibi, “İktidar, sadece yasa koymaz; norm koyar.” Ve bu normlar, Elly’nin ortadan kayboluşuyla birlikte, tek tek kırılır.

Elly hem fiziksel olarak görünmezdir hem de birey olarak siliktir. O, modern İran’daki kadının bir metaforudur. Sevilir ama kontrol edilir; davet edilir ama tanınmaz, yüceltilir ama değersizdir. Elly hakkında kimse gerçekten bir şey bilmez, çünkü kimse onu gerçekten tanımaya çalışmamıştır. Ve işte tam burada, Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda”sını hatırlatır Elly bize. Toplumun, kadının bireysel varoluşunu tanımak gibi bir niyeti yoktur. Elly, kimliksizliğin, bastırılmış benliğin trajik gölgesidir.

Filmin en çarpıcı yönü, gerçeği bilmenin, gerçeği dile getirmenin önüne geçtiği noktada başlar. İnsanlar hakikati kavrar ama onu dillendirmez. Çünkü hakikat, statükoyu yıkar. Bu anlamda About Elly, sadece İran’a değil, her yere, her zamana aittir. Gerçeğin ertelendiği, örtbas edildiği her toplumda bu film bir yankı bulur. Bu anlamda filmi izlerken, Türkiye’deki “görünmeyen kayıplar”, “yutulan gerçekler”, “mahalle baskısı” çarpar suratımıza. Toplumun modern yüzüyle geleneksel bastırılmışlığı arasındaki çatışma, sadece İran’a özgü değildir. Hepimiz, kendi Elly'mizi bir yerlerde kaybettik ve o yokmuş gibi davranmaya devam ediyoruz aslında.

Asghar Farhadi, sinemasını ahlaki çatışmalar ve vicdani gerilimler üzerine kurar. About Elly, Dostoyevski’nin suç ile cezayı vicdanda harmanlayan yapısını taşırken, Kafka’nın absürt gerçeklik hissiyle şekillenir. Hiçbir karakter kötü değildir; ama hepsi suçludur. İşte modern trajedinin tam da tanımı budur. Bu anlamda About Elly, görünmez bir kadının yokluğunda, hepimizin içindeki karanlığı gözler önüne serer. Farhadi, bize “hakikat nedir?” diye sormaz; “neden sustuk?” diye sorar. Bu, bir kadının hikâyesi değildir. Bu, toplumun susturduğu vicdanın, bir kadının sessizliğiyle yankılanmasıdır.

Ve belki de film şu aforizmayı fısıldar kulağımıza:

“İnsanlar en çok, sessizlikle konuşur. Ama en tehlikelisi de budur.”