Türkiye’de tarikatlar ve cemaatler tam olarak bir asırdır tartışma konusu… Türkiye Cumhuriyeti öncesi Osmanlı İmparatorluğu döneminde de tartışmaların konusuydu ancak son birkaç yıldır daha da hararetli bir biçimde tartışma konusu oluşturuyor. Tartışmaların konusu olmalarının iki temel nedeni var; siyasete yani yönetime müdahale edebilecek kadar güçlenmeleri ve kendi ekonomilerini oluşturarak zenginleşmeleri.

Tarih, siyasi yönetime rakip olabilecek kadar güçlenen tarikat ve cemaatlerin güç çekişmeleri öyküleriyle dolu. Olayların seyrine baktığımızda da genellikle görünen, siyasi yönetimler tarafından belli bir dönem destek görmek amaçlı desteklendikleri ancak kontrol dışına çıktıkları andan itibaren zayıflatıldıkları ve hatta ortadan kaldırıldıkları yönünde.

Yakın dönemde ise tarihi seyirle “aynı” olmamakla birlikte benzer durumlar mevcut. Bazı tarikat ve cemaatlerin belli alanlarda kadrolaştığı iddia ediliyor. Aynı zamanda hemen hemen her gün bir başka tarikat şeyhinin ya da cemaat liderinin lüks yaşamından kesitler ortaya çıkıyor.

Tarikatların çoğunun bir İslam düşünce metodu olan tasavvuftan beslendiği, tasavvufun da kendisini özellikle nefis terbiyesi üzerine bina ettiği doğrudur. Ki bu tip tasavvuf ehli içinde “bir lokma bir hırka” terbiyesinde yaşayan şeyhler de müritler de vardır. Ancak son dönemde dikkat çeken husus, müritlerin bir lokma bir hırka terbiyesine teşvik edilip bazı şeyhler ve ailelerinin bir villa bir lüks BMW serisi dairesinde yaşaması. Doğal olarak burada bir “neden” sorusu ortaya çıkıyor.

Sahi neden, bazı tarikat ve cemaat liderlerinin söylediği ve yaşadığı arasındaki tutarlılıklar üzerinden mütevazı örnek yaşamlarına değil de yaşadıkları ve söyledikleri arasındaki tutarsızlıklar üzerinden lüks yaşamlarına şahit oluyoruz?

Karşılaştığımız manzaralar bir iki tane istisnai vaka ya da 28 Şubat’ta olduğu gibi tek tip, taraflı medya üzerinden oluşturulan algı da değil. Hatta örneklenen tarikat ve cemaatlerin kendilerine ait medya organları var. Yani görülen algı değil gerçek ya da gerçeğe yakın şeyler…

Şu durumda, tarikat ve cemaatlerin hangi siyasi amaçlar güttüğü, hangi siyasi yapılar tarafından kollandığı, nerede kadrolaştıkları, zenginleşmelerinin ve lüks yaşamlarının kaynağı birer araştırma alanı olabilir ancak şahsen en azından şimdilik bununla ilgilenmiyorum. Beni ilgilendiren ve hatta bu benim şahsi meselem olmadığı için sadece beni değil dindar Müslümanları ilgilendiren, İslam’ı yaşama ve tebliğ etme noktasında yetkin oluşumlar olduklarını iddia eden bu yapıların, güzel ahlak, örnek mümin modeli olması gerekirken bir çeşit dejenerasyona imza atıyor olması.

Tüm tarikatları ya da cemaatleri, şeyhler ve ailelerini itham etmeden, holdingleşme ve zenginleşmelerinin, lüks yaşamlarının kaynaklarının gayrı meşru olduğunu da iddia etmeden; neden son dönemde bazı tarikat ve cemaatleri, İslam’ın emrettiklerini uygularken değil de lüks yaşamlar içerisinde görüyoruz? Ve neden müritleri, kendilerinin ellerini eteklerini öpmenin dini bir vecibe olduğunu sanıyor, neden gelin arabası peşinden koşan çocuklar gibi son model araçlarının peşinden koşuyor… Sahi neden? İslam’da böyle bir ibadet var da haberimiz mi yok?

Tüm tarikatları ya da cemaatleri, şeyhler ve ailelerini itham etmeden, holdingleşme ve zenginleşmelerinin, lüks yaşamlarının kaynaklarının gayrı meşru olduğunu da iddia etmeden; tarikat şeyhleri, cemaat önderleri içinden bir zümre, lüks yaşam sürmek için “şeyhlik” kurumu oluşturmuş, asırlardır kendilerini bir şekilde “manen” üstün göstererek itibar görerek yaşamış, modern dönemde o itibar “maddi” üstünlükten de nasibini almış,  sonuçta kitleler nefis terbiyesi ve fakirlikle cennete gideceğine inanırken bu zümre, lüks bir yaşam sürerek, garipleri cennete gideceklerine inandırır olmuş olabilir mi, sadece soruyorum. Ve kamuoyu neden hiç orta segment araca binen ya da normal bir apartman dairesinde yaşayan bir şeyh görmüyor? Sahi niye? Sırtında yattığı hasırın izi çıkmış Hz. Peygamber (SAV)’in mütevazı hayatını ballandıra ballandıra anlattıktan sonra koltukları ısıtmalı ve soğutmalı, “kafirin” icat ettiği, en ucuzu 5 milyon liradan başlayan lüks araçlarla gezip yayla gibi villalarda yaşıyor olmak bahsi geçen zümreye doğal olarak normal gelebilir, kendilerinin bu lükslere layık olduklarını düşünebilirler ancak o araçların peşinden koşup o şeyhlerin ellerini öpmek için sıraya giren kişilerin aklına, “yahu bu dinin fakirliği niye hep beni/bizi buluyor?” sorusunu sormak gelmiyor mu?

Sadece soruyorum…