Önder’in mücadelesi, özgün kişiliği, değeri, yakın uzak tüm çevresi tarafından gerek hastalığı gerekse vefatı sonrasında insanın ciğerine işleyecek şekilde ele alındı.
Sırrı Süreyya Önder, yaşamını mücadeleye adamış, bu uğurda yapılabilecek tüm fedakarlıkları yapmış, bunu yaparken de insani değerlerinden ödün vermemiş biri olarak, hakkın rahmetine de barış mücadelesi verirken kavuşmuş bir insan.
Önder’in mücadelesi, özgün kişiliği, değeri, yakın uzak tüm çevresi tarafından gerek hastalığı gerekse vefatı sonrasında insanın ciğerine işleyecek şekilde ele alındı. Hakkında, okurken gözyaşlarınızı tutamayacağınız yazılar yazıldı, bu da aslında güzel bir insan olduğunun göstergesiydi. Ve bir insanın arkasından bu denli çok ve oldukça içten yazılan yazılardan sonra, o güzel sözlerden sonra sanki aynı değerde yazamam endişesiyle, yeni bir şey yazmaya lüzum kalmıyor. Ancak…
Ancak, Önder’in vefatı, onun mücadelesinin ne denli gerekli ve ne denli değerli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Önder’in vefatı ardından şahit olduğumuz güzel veda örnekleri kadar maalesef çirkin veda örnekleri de ortalığa saçıldı.
İnsanın pek zikredesi gelmese de hakka ve adalet talebine adanmış bir ömür için, hain, terörist ve benzeri gerçek dışı ifadeler kullanılmakla birlikte akıllara zarar biçimde, Önder’in İslamcılar tarafından rahmet dilenmemesi gereken bir figür olduğu bile söylendi. İçinde binlerce insanın canının, acısının olduğu bir mücadeleye “saçma işler” denildiğine bile şahit olduk. Kendisine ve ailesine ait olmayan mülklerin hanelerine yazılmasına da… Maalesef bunlara ve daha fazlasına da şahit olduk.
Türkiye’de bazı kesimlerce, Kürt meselesi yok, Kürt sorunu yok, Kürtlere yönelik bir ayrımcılık yok, ırkçılık yok. Bu ayrımcılığı çıkaranlar ülkeyi bölmek, karıştırmak isteyenler. Bir sorun var, o da terör sorunu… ülkenin hiçbir surette ırkçılık, nefret dili, nefret suçu sorunu yok. Ülke güllük gülistanlık ama işte canı sıkılan birileri, başka işleri yokmuş gibi, ülkenin bütünlüğüne kastettikleri için ülkeyi karıştırmak, bölmek için neleri var neleri yoksa feda ediyorlar.
Gerçekten böyle mi?
Öyle ise Sırrı Süreyya Önder gibi nadide bir insanın arkasından kin kusan bu nefretin kaynağı ne, sebebi kim?
Bir Kürt yanlış bir şey yapınca tüm Kürtler kötü oluyor.
Bir yerde bir suç mu işlendi, bir kabahat mi yapıldı; suça, kabahate değil, suçu, kabahati işleyenin ırkına bakılıyor.
Kürt, kimlik siyasetine hiç kapılmadan Ege’ye gidip ekmeğinin peşinde ticarete atılınca mafya oluyor.
Kürt, siyasete girince bölücü oluyor.
Kürt, sanatçı olunca sürgün oluyor.
Kürt, futbolcu olup “Ben Kürt’üm” deyince terörist oluyor.
Kürt, anadili Kürtçe’yi konuşunca ülkenin birliğine kastetmiş oluyor.
Kürt, Kürt’üm deyince hain oluyor.
Bunlar sadece Kürtler için mi geçerli…
Hayır.
Türk olsan dahi Kürtlerin hakkını savunduğun için, her an bunlardan biri olabiliyorsun. Üstelik, barış için uğraşırken, bir daha kan akmasın, can yanmasın diye didinirken canının sağlığını erteleyip ve hatta canından olduğunda dahi bunlardan biri olabiliyorsun.
Sonra, bunlara, tüm bunlara rağmen birileri çıkıyor ve bu her gün karşılaştığın ırkçı nefretin sahiplerini “dikkate almaman” gerektiğini söylüyor.
Kürtlerin hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadığını söylüyor.
Bunları, tüm bunları ve hatta daha fazlasını, insanın bu dünya ile olan bağının koptuğu, gözü yaşlı evladının acısına kurdun kuşun ağladığı gün söylüyor.
Nihayetinde Sırrı Süreyya Önder’in yaşamının önümüze koyduğu gerekli adalet mücadelesinin haklılığı yaşamının sonunda da önümüze geliyor.
Çünkü nasıl yaşıyorsanız öyle ölüyorsunuz.
İşkence gören, hapsedilen yine de doğru bildiğini söylemekten, mücadele etmekten vazgeçmeyen Sırrı abe, sessiz sedasız uzandığı yerden bile mücadele ediyor, etmenin gereğini hatırlatıyor.
Hak aramanın, sadece kendi hakkını aramak değil, kendi hakkını arar gibi haksızlığa uğrayan herkesin hakkını aramak olduğunu hatırlatıyor. Bu mücadeleyi görene de Sırrı abenin bıraktığı yerden bayrağı devralıp gücü yettiğince o yola, barışa bir tuğla eklemesi gerekiyor.