Elbette “19 Mart, Kanal İstanbul içindi” denilemez. Çünkü yargı sürecine müdahale edilemez… Ancak akla düşen bu soru sorulabilir; acaba 19 Mart ile Kanal İstanbul’un bir alakası olabilir mi?
Aslını isterseniz perşembenin gelişi çarşambadan belliydi ancak “bu kadar da olmaz” diyerek ertelendi. Neydi o çarşamba; Ekrem İmamoğlu İstanbul belediye başkanlığı seçimini kazandıktan sonra seçimin tekrarlanması… neyse o köprünün altından çok sular aktı.
19 Mart süreci başladığından bu yana konuyla ilgili ilk söylenmesi gerekenleri, yani yargıya müdahale etmemek gerektiğini, suçu ispatlanana kadar herkesin masum olduğunu zaten ülkenin salahiyetini düşünen herkes söylemişti ancak kendi salahiyeti ve ülkenin salahiyeti çakıştığında kendisini tercih edenler, 19 Mart sürecinden “suç örgütü” ifadesi çıkarttı.
Evet, doğru duydunuz.
Bir süredir belli medya organları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için “suç örgütü lideri” ifadesini kullanıyor.
Bir yargı kararı olmamasına rağmen.
Suçu ispatlanmamış olmasına rağmen.
Türkiye’ye rağmen.
İmamoğlu’nu peşinen suçlu göstermek adına Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının ve bağımsızlığının en önemli unsuru olan “hukuk devleti” ifadesini ayakları altında çiğniyor.
İktidarı destekleyen medyanın elinde sınırsız kaynak var. Bu kaynakları da yargı süreci devam ederken İmamoğlu aleyhine kullanıyorlar. Ancak 40 günlük sürece bakıldığında da amaçlarına ulaşamadıkları hatta tam aksi sonuçlar doğurdukları görülüyor.
Kamuoyu, İmamoğlu davasına hukuki bir dava değil de siyasi bir dava olarak bakıyor. Hatta birçok iktidar siyasetçisi, iktidar medyası tarafından İmamoğlu’na yeterince ithamda bulunmadığı için eleştiriliyor.
Türkiye ekonomisi tam biraz toparlanmaya başlamışken tekrar zora giriyor.
CHP’nin oyları artıyor.
Hukuka güven azalıyor.
Yabancı yatırımcı kaçıyor.
Gençler tutuklanıyor.
İfade özgürlüğü kısıtlanıyor.
Bunlar kısa vadede iktidar yanlısı medyanın iktidara verdiği zarar. Uzun vadede ise bu durum, Türkiye’ye zarar verecek, vermeye başladı bile…
Ama kimin umurunda?
Peki, neden?
ElipsTV’deki Ne Diyorlar? programında, İmamoğlu’na yönelik sürecinin ana hedefinin İmamoğlu’nun aday olmasını engellemek olmayabileceğini, ana hedefin İBB’ye hakim olmakla alakalı olabileceğini, retorik bir soru olarak ortaya koymuştum. Zira o dönem itibariyle başkan adayı olarak İmamoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında seçim kazanma ihtimalinin düşük olduğunu, Sn Erdoğan’ın seçimlerde İmamoğlu’ndan yana bir endişe duymadığını zaten seçime de çok fazla süre olduğunu belirtmiştim. Buna karşın muhalefet destekçileri, “O zaman neden diploması iptal edildi? Yanlış düşünüyorsunuz…” şeklinde mukabele etmişti ancak şunu kaçırıyorlardı; eğer mesele adaylık olsaydı, diploma iptal edildikten sonra 19 Mart süreci başlamazdı, “adaylığın engellenmesi isteniyorsa” diploma iptal edilir ve aday olmasının önüne geçilirdi ama öyle olmadı.
Acaba Kanal İstanbul mu?
İktidarın bir süre önceki projelerinden biri Kanal İstanbul’du. Ancak uzunca bir süredir, Sn İmamoğlu İBB Başkanı olduğundan bu yana, Kanal İstanbul ile ilgili herhangi bir gelişme olmadı, en azından kamuoyuna yansıyan bir gelişme olmadı. Ancak 19 Mart’tan sonra yeniden Kanal İstanbul meselesi dillendirildi.
Elbette “19 Mart, Kanal İstanbul içindi” denilemez. Çünkü yargı sürecine müdahale edilemez… Ancak akla düşen bu soru sorulabilir; acaba 19 Mart ile Kanal İstanbul’un bir alakası olabilir mi?
Bu soru bana değil kamuoyuna ait, kamuoyu eğer bu soruyu sormaya başladıysa o zaman 19 Mart’a hukuki değil siyasi bir mesele olarak bakıldığı ifadeleri de doğrudur.
CHP, ne yapmalı?
19 Mart’tan itibaren muhalefeti destekleyen kesimler, doğal olarak tepkili ve bu tepkiler sadece CHP seçmenine değil birçok farklı muhalif kesime ait. CHP şu durumda tüm muhalif kesimlerin çatısı olabilecek bir potansiyel edindi bile. Ancak…
Ancak muhalefet bu rüzgarı arkasına almışken birkaç noktada kan kaybediyor.
Özellikle boykota, eylemlere destek vermeyen kesimlerin aşırı tepkiyle karşılanması ve Kürtler/DEM Parti’nin eylemlere destek vermemesi üzerine muhaliflerden bu kesimlere maksadını aşan aşırı tepkiler geliyor.
Gerek yok.
Stratejik açıdan yanlışlığından değil ihtiyaca binaen yapılması gerekenlerin yapılmamasından bahsediyorum.
Eğer iktidarı otoriter, dışlayıcı, kutuplaştırıcı buluyorsanız, aynısını yapmamalısınız.
DEM Parti’yi, Kürtleri dışlamamalı.
HalkTV, NOW TV, Sözcü TV… Kürt görünce ekran buzlama, yayın kesme, DEM’i kriminalize etme gibi eylemlere soyunmamalı.
Bir formül olarak, ki daha önce böyle bir formül olabileceğinden bahsetmiştim, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı, İmamoğlu’nun başbakan olabileceğinden bahsediyorsanız, Sn Yavaş, pamuk şeker gibi meseleleri Kürt çocuklarının önüne getirmeyecek, o çocukların da bu ülkenin çocuğu olduğunu vurgulayacak. Yani bunu artık 2024 Türkiye’sinde kabul etmeli, tabi bu ülkenin önde gelen siyasi bir isimlerinden biri olmak istiyorsa…
CHP, ortalıkta zembereğinden boşalmış gibi dolaşan Kürt karşıtı ırkçılığa geçit vermemeli.
“Bunların hepsini not alın, vakti gelince hepsi yargılanacak” nevinden rövanşist planlar yapılmamalı.
Belirttiğim gibi bunlar, iktidara gelmek için, -mış gibi yapılacak gelip geçici dönüşümler değil, kalıcı siyasi yaklaşımlar olmalı. Ülkenin salahiyeti için, sadece kendisi değil tüm kesimler için demokrasi isteyecek siyasi bir iradeye olan ihtiyaç nedeniyle olmalı. Zira aksi olursa…
Aksi olursa aksini yapan zaten var, size neden gerek olsun ki?