Burada 2 sorun var. Birincisi buna benzer ifadeler hala Müslümanlara karşı yaygın olarak kullanılıyor ve bir tanınmış sanatçının bu sözleri, onları sevenler tarafından referans olarak kabul ediliyorsa burada bir sorun var demektir

Son günlerde en çok tartışılan konulardan biri de Yeşim Salkım’ın sosyal medyadaki, Kemalist bir üslupla Müslüman çevrelere yönelik tehditkâr ifadeleri idi. Salkım daha sonra açıklama yaptı. Bu ifadelerinden dolayı özür dilediğini, artık o düşüncede olmadığını o videonun 10 yıl öncesine ait olduğunu söylüyordu.

Peki o zaman bu sözleri 10 yıl sonra kim, niçin servis etti? Bunu servis eden kişi “Tamam mı Atatürk’üz biz. Biz hepimiz Atatürk’ün askerleriyiz.. Atatürk’ün kadınlarıyız. Atatürk’ün kadınlarını yetiştiriyoruz biz. Bu kadar basit” diyen başka bir Kemalist de olabilir. O gün sarfedilen sözler üzerinden Müslüman çevrelere saldırmak istemiş olabilir. Ya da bir rakibi Yeşim Salkım’a karşı böyle bir komplo kurmuş da olabilir. Bir Müslüman bu video kaydını görüp, ona tepki vermek için de bunu servis etmiş olabilir. Anti Kemalist biri, “işte bütün Kemalistler böyle” demek için de bunu videoyu paylaşmış olabilir. Birçoğu böyle olsa, hepsi böyle değil.

Peki Yeşim Salkım ne demişti: “Kadını sadece meta gösteren, kadının saçını, başını, kıçını, orasını, burasını kapatıp öcü gibi gösterenleri yarattığınız için gidin istemiyoruz sizi tamam mı istemiyoruz sizi sizler gibilerini yarattıkları için istemiyoruz. Korkuyoruz çünkü çocuğumuz sokağa çıkmaya yeter artık tepemize çıktınız be, gidin bu ülkeden arkadaş gidin istemiyoruz sizi.

Yobazlık sizde her türlü ahlaksızlık sizde her şey sizde. Kadınla kafayı bozmuşsunuz çünkü kapata kapata ne yapacaksınız çıldıracaksınız orda ne var diye. Tamam mı o yüzden gidin istemiyoruz sizi. Biz Atatürkçüyüz Atatürk’ün cumhuriyetini istiyoruz. Tamam mı Atatürk’üz biz. Biz hepimiz Atatürk’ün askerleriyiz.. Atatürk’ün kadınlarıyız. Atatürk’ün kadınlarını yetiştiriyoruz biz. Bu kadar basit. Sen kadınsın ya kim bilir her yerin örtülü ya geldiğiniz ine geri dönün. İstemiyoruz sizi. Oturun orda öcü gibi. İstemiyoruz sizi. Hepiniz yumurta kafa, hepiniz sahte, kendi resminizi bile koymaktan acizsiniz ya. Resminizi koyamıyorsunuz daha Instagramınıza. Bu kadar utanç içerisindesiniz. Bu kadar zavallısınız aslında. Bak bana başımı açıyorum gördün mü? hiç kimseden korkum yok. Açık açık burada. Sahnem açık, burası açık siz zavallısınız!”

Bu sözler yenir yutulur sözler değil. Ama hala bu kafada bir çok kişi var çevremizde.. O ayrı bir konuda, insanlar hata yaptıklarını anladıklarında, özür dilerler, zarar verdiklerinde onu tazmin eder, helallik dilerlerse, elbette bu erdemli bir davranış, affetmek de öyle.

Eskilerden örnek vermek gerekirse, “vahşi” dediğimiz kişi, Hz. Hamza’yı şehid ettikten sonra, kalbini çıkartıp dişleri ile ısırmış, kulağını ve burnunu kesip boynuna takıp dans etmişti. İşte bu kişi daha sonra Müslüman oldu. Ya da Halid b. Velid en fazla sahabenin şehadeti ile sonuçlanan saldırılar gerçekleştirmişti. Sonunda o da pişman oldu, tövbe etti ve İslam’ın kılıcı oldu.. Hz. Ömer Hz. Peygamberi katletmek üzere yola çıkmıştı, birkaç kapı öncesinde resulullahın olduğu yakın yerdeki kız kardeşinin evine vardı. Orada Müslüman oldu. Cahiliye döneminde çocuklarını diri diri toprağa gömenler vardı. Onlar da yaptıklarından pişmanlık duyarak Müslüman oldular.

Burada 2 sorun var. Birincisi buna benzer ifadeler hala Müslümanlara karşı yaygın olarak kullanılıyor ve bir tanınmış sanatçının bu sözleri, onları sevenler tarafından referans olarak kabul ediliyorsa burada bir sorun var demektir. Bir yandan bu düşüncenin toplumda kök salmasına, meşruiyet kazanmasına, model alınarak kopyalanması sebep olan bu fikirlerin sahibi özür dilese de etkisi devam ediyor. Onun için bunun kesin olarak reddi, bu fikri savunanlara karşı bunun yanlış olduğunun açık bir şekilde dile getirilmesi gerekir. Bu anlamda sadece sosyal medyada bir özür beyanı yeterli olmayabilir. Bu konuda muteber dini kişi ve kuruluşlara yapılacak bir ziyaretle, bu konudaki samimiyetin gösterilmesi gerekirdi. “Yobaz”, “gerici” diye kimin kastedildiğini biliyoruz. Akif Safahat’ında buna değinmedi mi, “sizin lehçede irticaın manası bu mu” diye. 10. Yıl albümünde de ifadesini bulan bir konu bu.. Ne bileyim bir müftüyü ziyaret ederek temsili olarak ondan özür beyanında bulunabilir. Diyanet İşleri Başkanına bir mektup yazarak durumu izah edebilir. Bu düşünceye nereden geldiğini, ülkenin bu durumdan çıkması için neler yapılabileceğini, kendinin yanlışın nasıl farkına vardığını filan anlatabilirdi. İslami bir dergide, ya da haber portaline açıklama gönderebilir, röportaj yapabilirdi. Konuyu daha ayrıntılı olarak kendi YouTube hesabından yayınlayacağı bir video ile özetleyebilirdi. Sadece “özür diledim işte, bu konuyu kapatın, bana saldıranlarda benden özür dilesin” demek sorunun çözülmesinde yeterli olmuyor. Herkesin kafasında şu var, ya “takdik olarak geri çekiliyorsa”. Şüphesiz kimsenin kalbini yarıp bakmadık. Hüsnüzan etmemiz gerek. Bu durumda bizim de bir karar vermeden, karşı saldırıya geçmeden kendine duru bir sormak gerek. Bu artırılmış sanal gerçeklik aleminde insanlar artık hiçbir şeyden emin olamıyor.

Kişilerin “ahval-i şahsiyesine müteallik konular”da, yani kamuyu ilgilendirmeyen, mahremiyet sınırları içinde topluma ve diğer insanlara yönelik açık ve yakın bir tehdit ve tehlike olmayan konuları alenen tartışmak kimseye fayda sağlamaz. Unutmamak gerekir ki bir yanlışın aleniyet kazanması, batılın tasviri saf zihinleri ihlal eder. Bu gibi işler toplumsal zihinlerde olayın meşruiyet kazanmasına ve örnek oluşturması, temsil teşkil etmesine sebep olur. Toplum önünde ve başkalarına karşı tehdit, hakaret, sövme anlamına gelecek söz ve fiillerin toplum önünde kınanması tabiidir. Ya da özür dilenmesinin de aleni olması ve benzer fiillerinde kınanması gerekir. Yoksa bu özür gerçek bir özür değil, taktik bir geri çekilme anlamına gelebilir. Toplumdaki infial sebebi ile kişi, kendinin bu işten zarar göreceği endişesi ile, geri atım atıyormuş gibi yaparak özür dileme yoluna gitmiş olma ihtimali de söz konusu olabilir. O ifadelerin gerçek olması durumda, özür dilense bile hafızalardan silinmesini gerektirmez. Hz. Ömer ve Halid b. Velid’de söz ettim. “Vahşi” diye andığımız kişi daha sonra sahabe oldu. O da adını değiştirmedi, Harb b. Vahşi olarak kaldı. Biz hala onu “Vahşi” diye hatırlayabiliyoruz. Ya da Hz. Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerinin hikayesini hala anlatıyoruz. Hatta bunu bir ibret dersi olarak görüyoruz. İnsanlar her haltı yapıp, her suçu işleyip, her günahı irtikâp edip sonra da, sadece “Tövbe tövbe” dedikleri için bağışlanacak değildir. “Tevbe-i nasuha” diye bir şey var. Kendi reddettiği söz ve fiile karşı sürekli olarak o hassasiyeti koruması gerekir. Öyle iki kelime “özür dilerim” diyerek fertlerin vicdanındaki izlerin bir anda silinmesi mümkün değil.

Bizler farklı olabiliriz. Önemli olan farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamanın asgari ahlaki ve hukuki şartlarında buluşabilmek. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var. Haklı olmak, karşısındaki kişiye “haksızlık etme hakkı” vermez. Birimizin fikri, bir başkasına ne kadar garip geliyorsa, o kişinin fikri de ötekine aynı şekilde ve aynı ölçüde garib gelecektir. Önemli olan birbirimizi dinleyebilmek ve anlayabilmektir. Bu memlekette Şeytana tapan da var, Hz. İsa’yı Rab edinende, din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinenlerde var. Bir arada yaşamanın garantisi, kişilerin birbirlerinin temel haklarına saygı göstermesi değil, tahammül göstermesi, sabretmesi, ittifak ettiklerinde birlikte hareket ettikleri halde, ihtilaf ettiklerinde, eğer başkalarının temel haklarına yönelik açık ve yakın bir tehlike söz konusu değilse, hoş görmeseler bile sabretmelidir. Eğer uzlaşmazlık devam ediyorsa “ihkak-ı hak” iddiasına kalkışmak yerine, hakeme gitmeli, hukuk içinde çözüm aramalıdırlar.

Yeşim Salkım vakasını geniş bir şekilde ele aldım ki, bu konuda gelecekte yaşanması muhtemel olumsuzlukların önüne geçelim diye. Yoksa niyetim kimseyi aşağılamak ya da aklamak değil. Her iki tercih için de daha fazla bilgiye ihtiyacım var. Birbirimizi dinleyerek, anlamaya çalışarak, hüsnü zan ederek, kişilerde gördüğümüz yanlışlardan onları vazgeçmeye çağırarak daha doğru bir iş yapmış oluruz.

Unutmayalım ki kederler paylaşıldıkça azalır ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır. Birbirimizin acılarından kendimize mutluluk, yoksulluğundan kendimize zenginlik damıtmaya çalışmak ahlaki bir davranış değildir. Geçmişte insani bir duyarlılığı güçlendirme adına, Komünist arkadaşlarla, liberallerle de, milliyetçilerle de da ortak çalışmalar yaptım. Hasan Celal Güzel, Muhsin Yazıcıoğlu, Mehmet Ali Aybar, Doğu Perinçek, Uğur Mumcu, Hıran Dink, Şanar Yurdatapan, Toktamış Ateş, Hüsnü Mahli, Ilgaz Zorlu ve daha birçok arkadaşla ortak eylemler gerçekleştirdik. Hatta iki farklı kişi bir araya gelip karşılıklı hak ve hukukları koruma iradesinin ötesinde, iki kişi 3. Kişilerin haklarını savunmak için meydanlara çıktık. Önemli olan, akıllı dürüst, erdemli ve cesur insanların, adalet, barış, hürriyet temelinde bir araya gelmeleri, ittifak ettikleri konularda birlikte hareket etmeli, ihtilaf ettikleri konulara birbirini mazur görmeleri. Hemen cezalandırmak, bedel ödetmek, haddini bildirmek, intikam almak yerine birbirimizi kazanmanın yollarını aramak gerek. Gelin biz bir de bu konuyu, bizim dışımıza güzel söz ve hikmetle, güzel bir örnek olarak, “gavli leyyin” (Güzel söz, tatlı dil) ile anlatmaya çalışalım. Belki birilerinin kulağından kalbine giden bir yol vardır. Belki vicdanlarını uyandırırız bu şekilde

Namız Hikmetin dediği gibi belki de bizler “farklı farklı dillerde aynı şarkıyı söylüyoruz”dur. Bu anlamda birbirimizi kazanmak için yeni bir dile ihtiyacımız var. “Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilsinler” diyebiliyor muyuz. “Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm teklifi benim çözüm teklifim olmayacaktır” diyebiliyor muyuz? Haksızlıklar karşısında seninki/benimki diye ayırım yapmadan karşı çıkabiliyor muyuz, haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytan olmayabiliyor muyuz. Bir kişi, topluluk ya da kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsiz yapmaktan alı koyabiliyor mu? Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı duranlardan olabiliyor muyuz, zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Aklını kiraya vermeyen, din ve devlet büyüklerini mutlaklaştırmayan, onları ilah ve Rab edinmeyen aklı hür, vicdanı hür, dikbaşlı değil, başı dik insanlardan olabiliyor muyuz? Kısacağı ekmeli mahlukat, eşrefi mahlukat güzel bir “insan” olabiliyor muyuz? Cevabını arayan soru bu. Selam ve dua ile.