Korkunç bir tablo ile karşı karşıyayız ama kimse olan bitenin farkında değil.

Türkiye’de gündelik siyasetin içine dalan büyük bir kesim Dünya’da yaşanan asıl büyük meseleleri es geçiyor.

Nedir bu büyük mesele?

Hangi birini sayayım bilmiyorum ama benim gündemimde bir numaralı mesele mevsim normallerinin çok üstünde yaşadığım hava sıcaklıklarıyla iklim değişikliğinin buram buram hissedilir bir hâle gelmiş olmasıdır.

Her zaman olduğu gibi Enflasyon Raporu Bilgilendirme toplantısında bu sefer yine, yeni bir Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı olan Dr. Fatih Karahan’a sorularımı yönelttim.

Makro ekonomideki soruların siyasi kanadını es geçen Karahan’ın boş bıraktığı yerleri Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay en sevdiğim üslup olan sert gerçekçilik ile doldurdu.

Dobra davrandı.

Yerin de oldu.

Fakat bunu fırsat bilip “Bak suçunu itiraf etti!” diyenler!

Köprünün altında çok sular geçtiği için yanlışa yanlış diyenleri kutsamanın bir anlamı kalmadı artık.

Şu aşamada gemi batıyor ve bize deliklerin yerini bilen ile bunlara yamayacak insanlar gerekiyor.

Türkiye’nin bu gerçekliğinde iklim meselesi emin olun bundan hiç de aşağı kalır bir gündem değil.

Neden mi?

Mevsim normallerinin üzerinden seyreden havaların bitkileri ilkbahar döngüsüne soktuğunu bu nedenle bitkilerin tomurcuk açmaya başladığını gözlemleyebiliriz.

Bunun muhtemelen sonucu yakın zamanda gelecek don olaylarıyla birlikte tarımsal üretime vereceği zarar büyük olacaktır.

Enflasyonla mücadeleden bahsettiğimiz bir zamanda enflasyon tahminini 2024 için yüzde 36’da sabit tutan Fatih Karahan’ın ve ekibinin açıklamaları ilginçti.

Mesnet noktası olan finansal piyasaları ve makro dengeleri düzenleyecek parasal adımlarla hedeflere yakınsamaya çalışmanın hedefi revize etmekten daha kıymetli olduğu görüşüne ben de katılıyorum.

Fakat göz ardı edilen durum, yapısal reformları dikkate almayan iktidar bakışının getireceği mali yükte saklı.

Bahsettiğim tarımsal üretim eksikliğinin bize ilerleyen aylarda gıda enflasyonu olarak yansıyacağını anlamak zor değil.

Ki her enflasyon raporunda hedefleri saptırıcı bir unsur olarak gıda enflasyonunun yer aldığı artık alışılagelmiş bir bahane oldu.

Bu konuda yeni Başkan Karahan’a enflasyonla mücadele konusunda Merkez Bankası’nın parasal araçlarla ortaya koyduğu mücadelenin yanında hükümet/iktidar kanadından verilebilecek destek amacıyla beklenen politikaların ilk üçünün ne olduğunu sordum.

Yeni başkan bu soruyu “siyasi” görmüş olacak ki cevap vermediği sorular arasına aldı.

Buna rağmen FAST’ın bir ödeme yöntemi olarak hızla Türkiye’nin gündemine girmesi ve yeni opsiyonlarla birlikte gelişmeye devam etmesini değerlendirmek adına sorduğum “İnovatif parasal araçlarda yeni gelişmeler olacak mı?” soruma Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hatice Karahan’ın cevabı ile yenilikler konusunda ser verip sır vermemesi buna rağmen yapılan çalışmaların kamuoyunda çok fazla tartışılmamış ya da ilgi gösterilmemiş olduğu algısına dokunan açıklamalarıyla karşılık buldu.

Akçay’ın para piyasası araçlarıyla “kopan linkleri kurma çabası” açıklaması, bir sır olmasa da son yıllarda cereyan eden “sorunların pandemi, savaş, deprem gibi bahaneler yerine yanlış politikalardan olduğu itirafına” kamuoyunun ne kadar da çok ihtiyacı olduğunu gösteriyor.

Kılıf bulunma çabası kadar sorunlara çözüm aranma çabasına girişilse sanırım sorun diye konuşacağımız konularda hatırı sayılır bir azalma olur.

En başta söylediğim konuların önemine binaen Türkiye’nin geleceğinde ciddi gıda krizleri var.

Bunu aşmak için soğuk hava depolama ile lisanslı depoculuğu geliştirirken tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirip yeniden dizayn edecek politikalara vakit kaybetmeden girişmemiz gerekiyor.

Lisanslı tohum ile seracılık konuları da tabii ki bu sürecin tamamlayıcı adımı olacaktır.

Bunlar kaçındığımız değil aklımıza bile gelmeyen yapısal reformlara çok ama çok önemli örnektir.

Su kıtlığı ile mevsimsel dönüşümün beklenenden on yıl önce gelmiş olmasına karşı gri su kullanımı ile birlikte ev tüketiminde tasarruf eğilimli teknolojileri gündemimize alma ve suyun fiyatlandırmasını kademeli olarak bu politikalara destek verecek ölçekte yeniden ele almaktan başka çaremiz yok.

Kriz yönetmeyelim süreç yönetelim.

Ona buna “terörist” demekle uğraşmayalım.

Sorunlarımızı salt akılla çözecek zemin arayışına girelim.

Yoksa birkaç sene sonra çıkacak küresel gıda krizinde kasayı doldurmak için vatandaşlarımızın yiyeceği, zor koşullarda üretilen gıdaların, dünyanın müreffeh diğer devletlerine satışını izler ülkemizin işgal edilmeden hizmet ettirildiği gerçeğine karşı çaresizlik yaşarız.

Benden söylemesi…