Mal ve hizmet alımlarında fatura kesmeyerek Kurumlar ve Gelir Vergisi’nden ayrıca stopaj yükünden kurtulmaya çalışanlar var.

Üstelik bu yeni bir mesele de değil.

Yıllardır böyle…

Ev sahiplerinin bir kısmı ile dükkân sahiplerinin bir kısmının “vergiden yırtmak” için iki kontrat düzenlemesi de kabullenilmiş bir gerçeklerde biri hâline geldi.

Hizmete dayalı fatura keserek sanki satış varmış gibi gösterip kredi kartına taksit yaparak vatandaşın nakit ihtiyacını karşılayan ve kestikleri komisyonlarla kazanım komisyonculuk yapanlara her ne kadar geçtiğimiz yıllarda birçok operasyon düzenlenmiş olsa da bu durum hâlâ devam ediyor.

Son zamanlarda da kasadan fiş ve fatura kesmemek için IBAN para gönderme devri başladı.

Hizmet içerikli faturalarda yapılan bu hile nispeten daha kolay muhasebeleştirilebiliyorsa da mala konu olana ticarette de bu yolla para transferinin yayılmaya başlaması tüm istatistikleri alt üst edecek bir dönem getirecek.

Yakın zamanda TÜİK’in Türkiye’nin aile yapısına ilişkin verileri okuduk.

TÜİK’e göre bekarlar tek kişi kaldıkları evlerde yaşamlarını artırarak sürdürürken boşanma oranlarında da fark edilir bir artış var.

Gerçekte ise konut sayısı ile konutlarda kayıt dışı kalanların göz ardı edildiği bir hesaplama yapılmış.

Hâlbuki göçmenler, geçici koruma statüsündekiler herhangi bir kontratla ve adrese dayalı sisteme tabii olarak yaşamayarak istatistikleri bozuyorlar.

Resmi rakamlara göre 3,6 milyon kişi ile birlikte 1 milyon civarında pasaportlu bir şekilde ülkede ikamet edenlerden bahsediyoruz.

Yani sizin anlayacağız veri sepetlerimizin dağıldığını söylemek ve geleceğin ölçümlenmesinde zorluklar yaşayacağımızı dile getirmek işten bile değil.

Peki bu durumun vahim gerçekliğine rağmen biz ne yapıyoruz?

Vergi borcu çıkarmaya çalışan Hazine ve Maliye Bakanlığı ve Gelir İdaresi Başkanlığının “bütçe gelirlerini artırma” çabalarına şahit oluyoruz.

Geçmiş dönemlere yönelik IBAN hareketlerini takip ederek tekrarlayan ödemeler ya da mali açıdan ilişkili olmayan kişilerin yüksek para transferlerini tarayarak onlara fatura soruyor ardından da çıkmayan faturalara istinaden hem ceza hem de gelir vergisi keserek bütçeye katma değer sağlamaya çalışıyoruz.

Peki bu sorunu çözmüş mü oluyor?

Hayır tabii ki de…

Vatandaşın kayıt dışı ekonomiyi tercih etmesinin en önemli gerekçesi kayıtlı ekonominin rekabet koşullarının adil olmayan bir şekilde düzenlemesinden kaynaklanıyor.

Fabrikasını kurmuş, bulunduğu bölgede, çalıştığı sektörde tekelleşmiş firmaların rekabete girişmeye çalışan diğer firmalara fırsat vermeyecek büyüklükte olması açıkça sorunlu bir yapı teşkil ediyor.

Halihazırdaki vergi sistemi de bunun üzerine tuz biber ekiyor.

Rekabet Kurulu’nun büyük ölçekte tröst ve monopol şirketlerle mücadele etmesi küçük ölçekte yaşananları ise görmemesi bu durumun bir numaralı sebeplerinde biri…

Türkiye’nin ortaklık kültüründen uzak olmasına bir de yüksek vergilerin eklenmesi pazarın sadece para politikasına dayalı yani kredi musluklarının açılmasıyla genişlemesine neden oluyor.

Aslında yapısal reform denilen şeylerden bahsediyorum.

İş dünyasının IBAN ile sadece vergi kaçırdığını söylemek ve bunun arkasında kâr hırsının olduğu algısına yenilmek çok kolaycılık olur.

Aksi de yok demiyorum.

Ama bundan daha fazlası da var.

Zor bela kurulan işletmenin bir de zor bela maaşı ödenen elemanlarının çarkını döndürmesi, yedek akçesi yetersiz olan ve kurulum sermayesi resmiyeti sağlamak için düşük gösterilen bir firmanın finansal yönetim ile mali analiz tablolarını göz önünde bulundurarak ileri düzeyde planlama yapmasını bekleyemezsin.

Bu mümkün değil!..

İşletme sahibi işini yapar.

Berber ise berberliğini, hırdavatçı ise satışını yapar…

Onların nüfus, bölgesel dengeler, küresel siyaset ve emtia dengeleriyle değişen piyasayı takip etmesini bekleyemezsiniz.

Stok, satış ve pazarlama taktikleri uygulaması, mesleki tecrübe kazanarak elde ettiği öngörülere dayanır.

Peki neden böyle biliyor musunuz?

Çünkü ölçülebilir ve hesap verebilir bir ekonomik düzenin içinde değiliz.

Bir şeyler olduğu zaman bunun neden olduğunu kimse bilmiyor.

Bu nedenle de kapitalist dünyanın sermaye güçlerine karşı koymak için var ettiği liberal düzenin bir parçası da olunamıyor.

Ekonominin sorunları buradan yazdığım bölümlerin dışında aslında göründüğünden çok daha büyük...

Ve görmezden geliniyor.

Sadece para politikaları ile kamu bütçesi üzerine hesaplamalar yapılıyor, yazılar yazılıp analizler çıkarılıyor.

Ama bundan çok daha fazlasının yer aldığı bir dünya düzeni var.

Birçok uluslararası firmanın finans ve yönetim birimleri ile görüşüyorum.

Bana en çok, stok ile nakit akışı arasında yeterli dengeyi bulamamaktan dolayı dert yanıyorlar.

Türkiye’nin öngörülemez olduğundan bahsediyorlar.

Öngörebilenlerin ise bir elin parmakları kadar sektörde çalıştığı yine bir o kadar kişinin tecrübesine dayandığına inanıyorlar.

Hem evet hem de hayır!

Eğer ölçülebilir bir ekonomi yoksa da ölçülebilir kılacak birimler kurabilir, raporlar istenebilir.

Ne iş yapıyorsanız iç ve dış pazar yaklaşımını bilmenin gerekliğinin yanında bir de ulusal ve küresel siyasetin seyrini takip etmek ve olası senaryolar ile yatırım planlaması yapmak gerekiyor.

Kolay bir iş değil.

Birçok insanın çalışacağı bir birim kurmalı ya da bu işi yapan şirketten hizmet almalısınız.

İşte bu şirketlerin önünü açmak ve vergi kaçırmaktan ziyade ön alacak işlere odaklanmak ekonomi yönetiminin görevi

Peki işverenlerin görevi ne?

Onlar da şirket ortaklarıyla sektörlerinde kaliteyi artırarak rekabete girmenin yolunu bulmalılar.

Her sektörün en büyük sorunu kalite eksikliği

Ve bunu aşacak regülasyonlara da kimse girişmek istemiyor.

Çünkü birbirini kazıklayarak ya da dışarıdaki müşteriyi kazıklayacak nitelikte düşük kaliteli mal ile kazanç elde edilmeye çalışılıyor.

O nedenle şirketlerimizin yüzde 97’si birkaç sene içinde batıyor.

Böyle bir düzende yeni şirketlerin yenilik geliştirme ve ayakta kalma gibi bir şansının olmasının tek yolu rekabet koşullarının en azından bulundukları bölgelerde vergiler yoluyla eşitlenmesine bağlı…

Yani startupların yaygınlaşması için teşvikler verilirken yeni kurulan firmalara vergi muafiyeti sağlanması gerekiyor.

Hükümetin de bunu teşvik edecek programlar açıklaması lâzım geliyor.

Peki bunu nasıl yapacağız?

Tabii ki de Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıkladığı gibi tasarruf paketleriyle elde edilecek kaynakların ülkenin ekonomisine katma değer oluşturma fırsatı verecek vergi adaletini sağlayarak...

Peki bütçenin açık üstüne açık verdiği bir dönemde böyle bir kaynak ayrılması mümkün mü?

Hayır kesinlikle mümkün değil.

Bu dönemde harcamaları daha da azaltacak girişimlerle piyasada kamu yoluyla dolaşıma giren paranın çekilmesi Türkiye gibi kamunun domine ettiği ekonomilerde büyük sorunlara neden oluyor.

İstihdam azalıyor, şirketler batıyor.

İşsiz kalanların ayakkabısını yiyecek hâli yok.

Ne yapıyorlar peki?

Ya işportacılık yaparak vergi kaybı sağlıyorlar.

Ya da kayıt dışı çalışmaya razı oluyorlar.

Şu anda ikisinin de artmaya başladığı bir dönem yaşıyoruz.

Daha da artacağını göreceğiz.

Böylece kamunun toplayacağı vergi kaybı artacak ve bütçe açıkları daha çekilmez boyuta gelecek.

Üstelik Kur Koruma Mevduat (KKM) süreci ile birlikte bir de pozitif faize geçilmesinin getireceği faiz yükünün sürdürülmesi oldukça zor bir tablo ortaya koyacak.

KKM’den çıkan mevduat faizine geçecek.

Şu an 2 trilyon liradan fazla bir kaynağın en az yüzde 10 dolayında reel getirisi olan TL mevduata girdiğini düşünün.

Bu paraları ödeyebilmek kolay olmayacak.

Türkiye’nin bir yıllık GSYH’sının neredeyse yüzde 3’ü kadar bir faiz ödemesi sadece bu kalemden gelecek ki bir de yurtdışından dolar rezervini belli bir seviye getirmek için gelecek parayı düşünün.

Ben altın hariç artı 50 milyar dolar net rezerve kadar Türkiye’nin dünyada tekrar bir oyuncu olmasını beklemiyorum.

Hedefleme böyle bir rakam olursa eksi 25 milyar dolar dolayındaki net rezerv göz önünde bulundurulunca 75 milyar dolar giriş yapsa bugünün kuru ile 2,4 trilyon lira eder ki bir KKM kadar daha faiz ödemesinin yapılacağı ortaya çıkıyor.

Bunun maliyeti GSYH ile yıllık yüzde 7 dolayında bir ekonomik gücün faize gideceğini basit bir hesapla bize gösteriyor.

Önerdiğim gibi rekabetçi, hızlı yapısal reformlarla birlikte doğru yatırım programları uygulanır bir de bunu destekleyecek uluslararası politik vizyona geçilirse birkaç sene de enflasyon kademeli olarak indirilir ve bu faiz yüküne rağmen ekonominin iyileştiği görülür.

Kolay olmayacak çünkü herkes kaybedecek.

Borsa İstanbul’un kâr satışı ile düşüş ardına düşüş göstermesi gerçekçi değil.

Çünkü, bugünün yapılması gerekenleri ile yarının yapılmak zorunda olanları arasındaki farkı anlayamayan basiretli (!) siyasetçilerin yönlendirdiği bir toplumun, gelinen bu tabloda yeri olmadığını söylemek fazla naiflik olur.

Evet biz gerçekten acele ettik.

Fakat Türkiye’nin kat edecek birçok yolu var.

Bugün bunlardan en önemlisinin çoktan başladığı bir dönemi yaşıyoruz.

Asgari ücret, geçim için yeterli değilken, üstelik kiralar nedeniyle bu ücretlerin de kuş kadar kaldığı görülürken açlık ile daha fazla açlık arasında kalmak istemeyen vatandaşa, daha az açlık seçeneğine giderek aylık olarak 10 bin civarında olan paralar teklif ediliyor.

Ve maalesef ki kabul ediliyor.

Önümüzdeki yıllar genel ekonomiyi düzelteceğiz ama vatandaşımızı inim inim inleteceğiz.

Toplumun bu kokuşmuş durumun altında vergi kaçıran işletmenin yaşadığı ayakta kalma arzusu aynen varlık gösteriyor.

Bizim yapacağız tek şey sektörel bazda rekabetin, emeğin ezmeyeceği ölçekte kalmasını sağlamaktır.

Ama Türkiye’nin yaşadığı coğrafyanın getirdiklerinin yanında halihazırdaki insan kaynağının daha iyisini yapacak nitelikte olmadığını hepimiz biliyoruz.

Ama daha fazlasını yapmalıyız.

Benden söylemesi…