Toplumu oluşturan bireylerin çoğunun bir dünya görüşü, kutsal atfettiği bir davası vardır. Davası olan bir bireyin ise onu en iyi şekilde temsil etmesini, başka insanlara da aşılamasını, en azından zihinlerde olumlu bir izlenim oluşturma adına çaba harcamasını beklersiniz.

Şu da var ki; bir ideolojiye ait olan insanların tamamı bu fikirleri başka insanlara da aşılama noktasında benzer avantajlara sahip olamayabiliyorlar. Kimileri diğerlerine göre çok daha şanslı olabiliyor, daha fazla olanağa erişim sağlayabiliyor.

Her şeyden çok değer verdikleri atalarına ait fikirlerin tüm Türkiye’de hatta dünyada kabul görmesini arzu eden Kemalistler ise avantajlı grupta yer alıyorlar. Hatta çok avantajlı grup da diyebiliriz onlar için.

Nitekim vatandaşı oldukları devlet tüm kurum ve imkanlarıyla onların kutsal atfettikleri bu ideolojiye hizmet ediyor.

Toplumun tamamının içerisinden geçtiği eğitim sistemi her şeyden çok Atatürk sevgisini çocuklara aşılamaya odaklanmış durumda. Bu yaparken de zorunlu eğitimin on iki kademesinden sadece birkaçından ya da verilen onlarca dersten sadece 1-2 tanesinden yararlanmıyor. Tüm kademelerde, tüm derslerde Atatürk var. Çocuklar, ona hayran olmamanın ihtimal dahilinde olmadığı bir eğitim süzgecinden geçiyorlar.

Çocuklar, fikirlerinin en çok belirginleştiği zaman aralığında, hayatlarındaki en baskın faktör olan okulda mütemadiyen, ‘Atatürk’ü sevme ve ona hayranlık duyma eğitimi’ne tabi tutuluyorlar. Daha ne olsun?

Ama dahası da var.

Ülkenin neresine giderseniz gidin karşınıza çıkacak olan Atatürk heykellerinin, portrelerinin, büstlerinin de tek bir amacı var; insanların ona daha fazla değer vermesini sağlamak. Her üç okuldan birine, her on caddeden ikisine, parklara, ormanlara, üniversitelere onun adının verilmesinin sebebi de yine aynı; daha fazla sevilmesini, daha fazla saygı görmesini sağlamak.

Yani Kemalistler çok şanslı. Dünya üzerinde neredeyse hiçbir ideolojiye nasip olmayacak imkân ve ayrıcalıklara sahipler. Böylesi bir politikanın çıktılarının da tam olarak onların arzuladığı şekilde olmasını beklersiniz doğal olarak. Ama öyle değil. Hiç değil.

Kişilik gelişimi açısından oldukça kritik bir zaman aralığında tam 12 yıl boyunca Atatürk sevgisinin zihinlere işlenmesi, yaşamın geri kalan safhalarında da Atatürk’ün her daim ve her yerde insanların önüne konması, herkesçe sevilmesi hedefine ulaşılmasını sağlayamamış, sağlayamıyor.

Her şeye rağmen toplumun önemli bir kısmı hala onu sevmiyor, bir kısmı nefret dahi ediyor.

Sebebi ne ola ki?

Toplumun bu noktadaki duruşunun sebeplerini açığa çıkarılabilme adına uzun soluklu ve derinlemesine bilimsel çalışmalara ihtiyaç vardır ki; sevmeyenlerinin zaten yapmayacağı, sevenlerinin ise tahammül seviyelerinin el vermeyeceği bir iştir bu.

O yüzden orasını boş verelim, yüzümüzü tekrardan Kemalistlere çevirelim, gün gibi ortada duran bu gerçeğe yönelik nasıl biri tutum sergilediklerine bakalım.

Yüz yıla yakın bir süredir toplumun istisnasız bir şekilde tamamına Atatürk sevgisi aşılama imkanına sahip olmuşsunuz, herkese ulaşabilme ayrıcalığı elde etmişsiniz ama yine de görmeyi arzu ettiğiniz tablodan çok uzaklarda bir yerlerdesiniz.

Şapkayı önlerine koyup düşünmenin, bir öz eleştiri yapmanın zamanı geldiğini düşünürsünüz ki hiç de öyle bir niyetleri yok.

Başka bir niyetleri, bir amaçları ve bu amaca ulaşabilmeye yönelik üzerinde mutabakata vardıkları net bir stratejileri var; daha fazla baskı, daha fazla küçümseme, insanları demir parmaklıklar arkasına göndermeye daha fazla can atma.

İşe yarar mı?

Yaramaz.

10 Kasım günü saat dokuzu beş geçe inşaatta halay çeken iki genci, Atatürk’ü anma töreni esnasında telefonla konuşan bir üniversite öğrencisini tutuklatarak bir kazanım elde ettiğinizi sanabilir, birkaç saat sürecek olan bir coşku ve mutluluk yaşayabilirsiniz.

Yaşadığınız mutluluk birkaç saat sonra son bulur ama yaşatılanlar ve yaşatılanlara şahit olanlar sizin ideolojinize şu an her zaman olduklarından daha uzaktırlar ve bir daha da yakınlaşmayacaklardır.

Ortaya çıkışından ancak yıllar hatta yüzyıllar sonra toplum tarafından kabul gören fikirler vardır ama bunların hiçbiri baskı ve inatlaşmayla bu değişimi gerçekleştirmemişlerdir. İnsanların daha fazla baskıya maruz kalarak bir fikri kucaklayabileceği düşüncesi modern zamanlar için oldukça ilkel bir yaklaşım tarzıdır.