Genç kadınların “glow-up” akımları dışında bazı yetişkin kadınların da örtülerini açma merasimlerine, gerekçelerine şahit oluyoruz.
“’Glow-Up’, genellikle fiziksel görünümde bir gelişme olarak algılanan önemli bir dönüşümü tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Kendinizi daha iyi bir versiyona dönüştürme ve daha güvenli, çekici ve başarılı olma sürecidir.
Sosyal medya kullanıcıları, önceki ve sonraki fotoğrafların yanı sıra ilerleme fotoğrafları da dahil olmak üzere, ışıltılarını göstermek için hashtag’lerde veya gönderi başlıklarında Glow-Up terimini kullanabilirler. Hal böyle olunca, Glow-Up sosyal medyada büyük bir trend haline gelmiştir.” (Sosyal medya sözlüğü)
Bir süredir, glow-up mantığıyla başörtülü kadınların örtülerini çıkartma süreçlerini “öncesi-sonrası” başlığında okuyoruz. Ve genellikle bu dönüşüm, olumlu yönde bir ilerleme olarak tanımlanıyor.
Bu trendle ilgili çok sayıda gerekçe var; takipçi sayısı arttırmak, kendini gerçekleştirme sürecindeki tecrübelerini paylaşmak, özgürleştiğini hissetmek, yakın ve uzak çevre baskısına karşı bir tepki, Stockholm sendromu, takdir edilme isteği, öfke yönlendirmesi… liste uzayabilir ancak bu akımla örtüsünü çıkartan kadınlar, genellikle genç kadınlar, değişim süreçlerini genellikle “pozitif, olumlu” bir değişim olarak paylaşıyor. Yani örtüsünü çıkartan ilerlemiş, özgürleşmiş, parlamış ama çıkartmayanlar köle, köle olduğunun farkında değil, geri kalmış, kararmış vs. vs.
Hiçbir kadın örtüsünü çıkartmaya yönelik tercihi nedeniyle kınanamaz. Ve herhangi bir gerekçe göstermek zorunda da değil. Aile baskısı nedeniyle örtünmüş ya da kendinin farkında olmadan böyle bir tercih yapmış ilerleyen zamanla birlikte olağan bir değişimle ve imkanla kendisini değiştirmek istemiş olabilir. Bu dönüşüm, içeriden ve dışarıdan paralel biçimde işlemiş olabilir. Bu oldukça doğal, oldukça insani… belirttiğim gibi, buna dair olumsuz yorum yapmak kimsenin haddine değil. Ama maalesef örtüsünü çıkartanlar, sadece kendi tercihlerini övmekle yetinmiyor, örtüsünü çıkartmayanların tercihine dair olumsuz yorumlar yapabiliyorlar, bu kendilerinin haddi değil. Bunun altında yatan neden içsel bir vicdan azabı ya da psikolojik kaynaklı bir savunma olabilir ancak örtünüzü çıkartma tercihlerinizi doğrulatmak, onaylatmak için örtülü kadınların tercihlerini yeremezsiniz. Özetle; kendini dönüşümünü bireysel tercih olarak sunmak yerine, bireysel tercihini ideal bir durum olarak kabul edip, kendisi gibi bir tecrübe yaşamayanları “tahakküm altında, düşünmeyi ve kendini gerçekleştirmeyi başaramamış, geri kalmış, köle” ve benzeri şekilde tanımlamak sorunlu.
“Bizim” bireysel tecrübelerimiz içerisinde aile baskısı ile başını örten de var, başını örttüğü için ailesi tarafından sokağa atılan da… “bizim” toplumsal tecrübemizde örtüsünü çıkarttığı için alkışlanan da var, kınanan da… “bizim” siyasi tecrübemizde başını açtığı için mobbinge uğrayan da var başını örttüğü için eğitim ve çalışma hakkı gasp edilen de… dolayısıyla bireysel tercihlerin hepsi biricik ve özgün, dolayısıyla biri bir diğerinden üstün değil, biri bir diğerinden daha etik, daha özgürlükçü, daha ideal değil, sadece birer tercih. Bunu böyle kabul edip böyle sunmaktan fazlası, bireysel tercih değil, kendi tercihinin ideal olan olduğunu ve bir başka tercihin negatif olduğunun anlatımına soyunmak. Ve böyle olduğu müddetçe karşı savunmaların ortaya çıkacağını da kabul etmek gerekir ve bu senin tercihine saldırı değil, insanların kendi tercihlerine sahip çıkmasıdır.
Genç kadınların “glow-up” akımları dışında bazı yetişkin kadınların da örtülerini açma merasimlerine, gerekçelerine şahit oluyoruz. Bu, abartılı, eleştirilmesi gereken, “yanlış” bir durum değil. Nihayetinde bir tercih. Bir tercih, bu kadar. Bu girişimlerdeki sorun yine yukarıdakine benzer noktada başlıyor.
Dini ve siyasi kurumlardaki, toplumdaki birtakım yanlışlara tepki olarak örtüsünü çıkartan kadınlar var. Ve bu konu sadece onlarla ilgili değil, bu konu felsefe ve teolojide “kötülük problemi” olarak çok uzun süredir tartışılıyor. En basit haliyle, “Allah var ve iyiyse, din var ve iyiliğe davet ediyorsa, o zaman kötülük niye var” şeklinde. Ya da inancın, yüce Yaratan’a karşı sığınma olması hasebiyle, yaşadığı süreçte zarar görmesi sonucu “Rabbim beni niye korumadın” kırgınlığı ve bu kırgınlığa karşı verilen tepki. Doğru değil ama oldukça insani. Hz. Muhammed SAV -asla bir isyanla değil- Taif’te taşlandığında bir korunma talebiyle “Beni kimlerin eline bırakıyorsun Rabbim…” diye niyaz etti. İman etmeyen halkından yana yüreği yanan Yunus peygamber, aldı başını bir yerlere gitti… Hepimiz kırılıp incindiğimizde “Rabbim beni unuttu mu?” kırılganlığına düşmüşüzdür, düşülür. Ve bize doğrudan “Rabbin seni terk etmedi!” ayeti de gelmediği için kendi kırılganlığımız içinde “insani” tepkiler verebiliriz. Bu doğru olmasa da gayet anlaşılır bir durum. Ancak bu doğru, ideal bir durum olarak kabul edilemez. Ve bu kırılgan tepkiler, ideal, mantıklı doğru hareket noktası olarak kabul edilemez.
Siyasette, Diyanet’te, toplumda, dünyada bir sürü sorun var bu sorunlara karşı tepki olarak elbette konum alabiliriz ancak bu tepkilerin makul olup olmaması önemlidir, sağlıklı bir biçimde yönlendirilmesi de… bir kurum ya da bir siyasi yapı yanlış içindeyse, tepki doğrudan ona yönelir, yani siyaset yanlış, Diyanet hatalı, toplum sorunlu bu nedenle “ben namazı bırakıyorum, örtü açma merasimi düzenliyorum” diye bir şey olmaz olsa da bunun bir mantığı yoktur. Yani şu tepkiler, cola alıp İsrail’i protesto etmek için sokağa dökmek kadar mantıklı, desek abartı olmaz zira bu tepkinin makul bir tarafı yok. Ancak bu, o tepkileri tü kaka ilan etmek anlamına da gelmemeli. Bir şey yerilmeden de eleştirilebilir.
Hülasa… yaşamak, inanmak, anlam arayışı, kendini gerçekleştirmek kolay şeyler değiller, doğduğumuz günden öldüğümüz güne kadar bir yürüyüş içinde olacağız ve aynı zamanda bu, bir değişimi, dönüşümü içerecek. Hatta çoğu kez kendi kararlarımızı hür ve bilinçli bir şekilde verdiğimizi zannedeceğiz ancak o kararlar bizim değil habitusumuzun tercihi olacak. İş ki, kendi tercihlerimize saygı beklerken, kendi tercihlerimizi meşrulaştırmak için başka tercihleri yermeye kalkmayalım ve tepkimizi doğru şekilde doğru yere verelim ki bireysel, özgün ruhsal sancılarımızın ideal, doğru ve sabit mertebeler olmadıkları bize hatırlatılmak zorundan kalınmasın.