Suriye’deki gelişmelere, canımızı yakıp moralimizi bozan kadın cinayetlerine rağmen söz verdiğim gibi, yaklaşan hatta yakın bir tehlike olan ‘aşksız insan’ konusunu yazmaya devam edeceğim…

***

Türkiye benzersiz bir coğrafya; herhangi bir ülkenin bir yılda bile yaşamadığı gündem çılgınlığı bir günde yaşanır bu ülkede! Bu, her dönem böyle olmuştur ve olmaya devam ediyor…

Bu hal, “Deli gönül işi, mantığın dışı” diye tarif ettiğim ‘aşk’ı da derinden etkiliyor…

1930’ların ardından 1970’lere, aşkın bile politize olduğu yıllara gidelim birlikte…

***

Sessizliğin Darağacı’na şöyle başlamışım:

Ölüme mi koşmadaydık ne
Hayın pusularda
Kurşunlar mı kovalamadaydı yoksa
Gündüz gözüyle

Polis mi gözetlemedeydi hücre evimizi
Kim kemirmedeydi hücrelerimizi
Aşk mı, işkence mi

Şiirin sonlarına doğru;

Aşk mıydı bizi çeken
İşkence mi
Bilmiyorum
Feda mı ettik kendimizi

Sorgulamam, yıllaaar sonra boşluğa düşmüş aşksız ‘yorgun demokratlar’ adına bir önseziydi belki de! Bilemiyorum…

***

1970’lerde…

Deniz Gezmiş ile simgeleşen parkanın altına kot, ayağına kes geçirmiş bir gencin siyasi tercihi, sormaya gerek duyulmaksızın bilinirdi. Hele bir de çöpçü süpürgesi gibi bir ‘Gorki bıyığı’ varsa onun iflah olmaz sosyalistliğinden, komünistliğinden şüphe edilmezdi! Bunlar için aşk, yüreği yangın yeri olsa bile ‘devrimci ahlak’ engeline takılan duygu seliydi…

1970’lerde…

Bıyığından tanınan ülkücüler ile sakalından bilinen İslamcılar da ‘mahalle baskısı’ yüzünden sevdiğine sevgisini ya anlatamaz ya da buna imkan verecek ortamı bulamazdı. O yıllarda aşk, varlığıyla gençleri sarsan bir güce sahipti ve samimi bir sevgiyle yoğrulmuş aşka büyük saygı duyulurdu.

***

Sözü fazla uzattım. 1970’lerde yaşıyor olsaydınız; damarlarınızda sosyalist / komünist literatür dolaşıyor olsaydı ve bir kıza sevdanızı itirafla yüreğinde yer edinmek isteseydiniz, muhtemelen şöyle bir konuşma yapar ya da mektup yazardınız:

Kalbime düşen yoldaşım,

Bu satırlar sana sadece bir aşkı değil, aynı zamanda bir davayı, bir umudu, bir isyanı ilan etmektir. Kalbimdeki sevdanı haykırmak burjuva düzenin lisanıyla mümkün değildir. Ben sana yalnızca “seni seviyorum” diyemem; çünkü bu duygu, sadece bireysel bir histen ibaret değil aynı zamanda, küçük burjuva özlemlerinin çok ötesinde toplumsal bir uyanıştır benim için.

Seninle ilk karşılaştığımız o forumdan zihnimde kalan cümlelerin, içimde bir devrim marşı gibi yankılanıyor.
Gözlerin, bir bildiri gibi net…
Sesin, bir korsan miting sloganı gibi umut dolu…

Sevdam; anladım ki seninle aynı safta yürümek, yalnızca politik bir duruş değil; ruhen tamamlanmak demek. Bu bozuk düzende, aşkımız sistem dışı bir eylemdir belki. Tüm barikatların ardında, tüm yasaklı kelimelerin gölgesinde, sana karşı duyduğum bu derin hissiyatı haykırmak istiyorum: Sana sadece yoldaş değil, hayat arkadaşım demek istiyorum.

Ellerin ellerime değdiğinde, yalnızca bedenim değil, fikirlerim de ısınıyor. Seninle özgür bir dünyada, zincirsiz bir sevdayı yaşamak istiyorum.

Bu yaşam ne patronların dayattığı ilişkiler gibi ne de sisteme hizmet eden bir birliktelik olmalı. Bizimkisi örgütlü bir sevda olmalı: emekle, sabırla, dirençle yoğrulmuş…

Eğer sen de aynı inancı taşıyorsan içten içe, el ele yürüyelim özgür yarınlara. Varsın yollar taşlı, geceler gözaltılı olsun; sen yanımda ol yeter ki…

Kalbime düşen yoldaşım, aşkımızla devrim bile mümkün.

Omuz omuza, gönül gönüle…