Türkiye ekonomisi, gelişmekte olan bir ülke ekonomisi… Yani dışarıdan sıcak para ya da doğrudan yabancı yatırım girişi olmadığı sürece krizler kaçınılmaz hale geliyor. Bu krizlerin toplumsal yansıması da tek kelimeyle “yetersizlik”. Ne yazık ki bugün bu kavram, adeta bir yaşam tarzı haline gelmeye başladı.
Oysa bu ülke, coğrafyası ve imkânlarıyla yetersizliğe mahkûm değil. Sorun, plansız üretim ve önlenemeyen kamu israfı. Sınırlı kaynaklarımız var, ancak elimizdekileri bile doğru kullanamıyoruz.
Enflasyonla Mücadelede Palyatif Çözümler
Enflasyonla mücadele ederken iki yöntem vardır: Günlük çözümler ve kalıcı çözümler. Bizim yolumuz hep ilkinden yana. KKM örneğini hatırlayalım. Nebati döneminde devreye sokulmasa belki üç ay içinde çok sert bir devalüasyon yaşanacak ve kriz çok daha derinleşecekti. Hükümet bir bypass ameliyatı yapmak yerine, tıkalı damarların yarısını anjiyo ile açıp “yetmezlik” içinde yaşamayı tercih etti.
Bu süreçte faturayı sabit gelirliler ödedi. Dolaylı vergiler, cezalar, e-hacizler… Üstüne bir de göçmenlerin sosyal yükü ve coğrafyanın dayattığı savunma harcamaları. Hepsi birleşince, toplumun feryadı artık duymazdan gelinemeyecek boyuta ulaştı.
En Yüksek Maliyetli Enstrüman: Para
Bugün Türkiye’de en pahalı enstrüman paradır, özellikle de “helal para.” Merkez Bankası bankaların kredi musluklarını kapattı, KOBİ’ler, esnaf, tüccar krediye ulaşmakta ciddi zorluk yaşıyor. Ama aynı Merkez Bankası, factoring şirketlerine alan açıyor. Bankadan kredi alamayanlar, yüzde 7-8 maliyetle çek kırdırmaya mecbur bırakılıyor. Bu tabloyu izah edebilen varsa dinlemek isteriz.
Krizin Kökleri ve IMF’nin Gölgesi
Bir parantez açmak gerek: Bugün yaşadığımız yapısal sıkıntıların temelinde, Derviş döneminde kabul edilen Maastricht kriterleri yatıyor. Güçlü ekonomiler için standart olan bu kriterler, gelişmekte olan ülkelerde pranga haline geliyor. Bizim için de öyle oldu.
Çözüm Nerede?
Türkiye’nin en güçlü silahı tarım. Enflasyonun halkın mutfağına yansıyan kısmı, pazarda alışveriş yapan dar gelirlinin en büyük derdi. Bugün dört kişilik bir ailenin yalnızca sebze-meyve masrafı haftalık 1.500 TL. İşte bu noktada tarımsal üretim planlaması ve desteklerin yeniden düzenlenmesi hayati önem taşıyor.
Gediz Ovası örneğini düşünelim. Dünyanın en verimli topraklarından birinde, katma değeri düşük silajlık mısır ekiliyor. Hem suyu israf eden, hem de ithalat politikalarıyla çiftçiyi zayıflatan bir anlayışla… Oysa aynı ovada katma değerli ürünler teşvik edilse, soğuk zincir kayıpları azaltılsa, güneş panelleriyle enerji bağımlılığı kırılabilse, tablo bambaşka olurdu.
Yapılması Gerekenler
Ova bazlı uygulamalarla planlı üretim,
Katma değerli tarıma destek, düşük değere teşvik yok,
Soğuk zincir yatırımlarıyla yüzde 30’a varan kayıpların önlenmesi,
Damlama sulama ve güneş panelleri zorunluluğu,
Kaynağın israf edilmediği, aklın ve bilimin rehberliğinde tarımsal kalkınma.
Velhasıl;
Türkiye’nin sorunu yetersizlik değil, yanlış planlama ve israf. Bizim coğrafyamız bereketli, imkânlarımız geniş. Allah bize akıl vermiş; araştır, planla, uygula, israf etme diye…
Ahir kelam; çözüm var, yeter ki isteyelim.