Sadettin Saran, malûm, Fenerbahçe kulübü içerisinde yapılan demokratik bir seçim sonucunda başkan seçildi. Başkan seçilmesinde laik ve, Ali Koç’un aksine, siyasi iktidarla mesafeli çizgisi rol oynadı.

Kamuoyu günlerdir Sadettin Saran’la yatıyor Sadettin Saran’la kalkıyor. Önce HaberTürk’teki gelişmeler üzerinden Ela Rümeysa Cebeci isimli spikerle ve (iddia edilen) uyuşturucu içerikli konuşmalarla gündeme geldi ve ifadesi alındı. Sonra yapılan test üzerine uyuşturucu testinin pozitif çıktığı açıklandı ve gözaltına alındı. Dün tutuklanması beklenirken adli kontrolle serbest bırakıldı.

Türkiye’nin son 1-2 yılındaki birçok soruşturma gibi Sadettin Saran’la ilgili yürüyen soruşturmanın da hukuki olduğuna inanmak oldukça güç.

Öncelikle, meselenin sadece uyuşturucu ile ilgili olmadığı oldukça açık. Türk Ceza Kanunu’na göre Türkiye’de hangisi olursa olsun uyuşturucu kullanmak gözaltı ve tutuklanma gerektiren bir suç değil. İlk kullanımda tutuksuz yargılama, hükmün açıklanmasının geriye bırakılması ve denetimli serbestlik esas. Tutuklama ancak tekrar kullanımda ve tabii uyuşturucunun ticaretinin yapılmasında kanunen mümkün.

Böyle bir durumda, eğer dosyada bizim bilmediğimiz bir uyuşturucu ticareti iddiası yoksa, o zaman ne Sadettin Saran’ın ne de Ela Rümeysa Cebeci’nin tutuklanması için ortada bir gerekçe var demektir. Ama Ela Rümeysa Cebeci tutuklandığına ve Sadettin Saran da tutuklanmanın eşiğinden döndüğüne göre demek ki ortada hukuki olmaktan çok siyasi bir süreç var.

Kaldı ki, mesele gerçekten uyuşturucu olsa soruşturmanın derinleştirilmesi, bu kişilere uyuşturucu temin eden kişilerin yakalanması ve cezalandırılması gerekir. Şimdiye dek böyle bir sürecin işlediğini de görmüş değiliz.

Öyleyse buradaki temel soru, soruşturmanın arkasındaki temel siyasi motivasyonun ne olduğu.

İlk akla gelen ve akla da yatkın olan, siyasi iktidarın gelinen noktada artık toplumun her alanında tam hakimiyet kurma girişimi.

Sadettin Saran, malûm, Fenerbahçe kulübü içerisinde yapılan demokratik bir seçim sonucunda başkan seçildi. Başkan seçilmesinde laik ve, Ali Koç’un aksine, siyasi iktidarla mesafeli çizgisi rol oynadı.

Tabii, siyasi iktidarla mesafeli olması iktidara muhalefet ettiği veya onunla iyi geçinmediği anlamına gelmiyor. Sadettin Saran daha geçtiğimiz hafta adalet bakanını ziyaret etti ve imzalı forma hediye etti. Ancak, öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de işlerin geldiği noktada artık kulüp başkanlığı gibi “soft” düzeyde de olsa toplumda güç ve nüfuz içeren bir konumda bulunacaksanız ya iktidar camiasına mensup olmak zorundasınız ya da tam biat etmek. Sadettin Saran’ınki gibi “sizden değilim ama ilişkilerimizi gene de iyi tutabiliriz” gibi bir pozisyon bile artık kabul edilmiyor. Fenerbahçe gibi Türkiye’nin en büyük (ve tabii zengin) kulüplerinden birisi iktidarın tam denetimi altına alınmak isteniyor.

Hedefin siyasi iktidarın Fenerbahçe yönetimini tam denetimine almak olduğu, Sadettin Saran gözaltına alındığında iktidar yanlısı yorumcuların hep bir ağızdan “istifa etmeli” demesinden de anlaşılabilir. Hedef açıkça Sadettin Saran’ı istifa ettirip kendilerine bağlı birisini Fenerbahçe’ye başkan yapabilmek.

Bu elbette ki ülkedeki siyasi rejimin otoriterleşmesi açısından oldukça vahim bir durum. Yani düşünün artık futbol kulüpleri bile başkanlarını kendi seçemiyor. Oradaki demokratik iradeye bile saygı gösterilmiyor. Tabii gelinen noktada bu maalesef ki şaşırtıcı da değil. Ne Türkiye’nin en büyük şehrinin belediye başkanını seçen demokratik iradeye ne de CHP genel başkanını seçen kurultay iradesine saygı duyan bir siyasal iktidarın bir futbol kulübündeki demokratik seçimlere saygı duymaması aslında oldukça beklendik bir durum.

İktidarın kafasında belli ki şöyle bir siyasal sistem var: Kör topal rekabetçi de olsa bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak (ve bu seçimi tabii ki Erdoğan kazanacak). Sonra cumhurbaşkanı her şeye kendisi karar verecek. Futbol kulübü, rektörlük, belediye başkanlığı fark etmeksizin, daha alt kademelerdeki hiçbir demokratik seçimin gerçek anlamda bir önemi ve geçerliliği olmayacak. Cumhurbaşkanı, veya ona bağlı devlet kurumları, istediği zaman bu demokratik seçimleri yok sayabilecek.

Dünyanın hiçbir gerçekten demokratik ülkesinde böyle bir sistem yok. Zaten böyle bir sistemin adı “demokrasi” de olamaz.

Ama maalesef ki Türkiye’de böyle “hegemonik otoriter” bir sistem adım adım kurumsallaştırılmakta.