Bugün gelinen noktada mahalle baskısı, sadece fiziksel anlamdaki mahalle sınırlarında yaşanmıyor. Sosyal medyada küçük bir paylaşım bile, hiç tanımadığınız insanların ortak bir baskı atmosferi oluşturmasına neden olabiliyor.
Türkiye’de sık sık duyduğumuz bir kavramdır “mahalle baskısı.” İlk bakışta sadece sosyal çevrenin beklentilerini çağrıştıran bu ifade, aslında bireyin davranışından tercihlerine, yaşam biçiminden politik duruşuna kadar geniş bir alanı etkileyen görünmez bir iklimi tarif eder. Resmî bir yasak değildir, çoğu zaman açık bir uyarıya da dönüşmez. Ama oradadır; sessiz, ısrarcı ve yönlendirme gücü yüksek.
Mahalle baskısı, bireyin “nasıl görünmeliyim”, “ne söyleyebilirim”, “neyi savunabilirim” soruları etrafında ince bir süzgeçle hareket etmesine yol açar. Bu nedenle, toplumun en güçlü sosyal kontrol mekanizmalarından biri sayılır. Devletin düzenleyemediği, hukukun tarif edemediği, ama bireyin varlığında derin izler bırakan bir baskı yöntemidir.
Çoğu zaman “ötekileştirme” ile iç içe geçer. İnsanların yaşam tarzları, inançları ya da tercihleri bir anda ortak bir merceğin altına alınabilir. Bir kutunun dışına taşan herkes, ister istemez “neden öyle yaptın?” sorusuyla karşılaşır. Bu soru her zaman yüksek sesle sorulmaz; bakışlarla, imalarla, dışlayıcı bir sessizlikle de gelebilir.
Bugün gelinen noktada mahalle baskısı, sadece fiziksel anlamdaki mahalle sınırlarında yaşanmıyor. Sosyal medyada küçük bir paylaşım bile, hiç tanımadığınız insanların ortak bir baskı atmosferi oluşturmasına neden olabiliyor. Dijital algoritmalar, bir bakıma modern çağın yeni mahalleleri hâline gelmiş durumda. Eskiden birkaç sokak mesafesiyle sınırlı olan çevre denetimi, artık milyonlarca kullanıcıyla aynı anda işleyen bir sosyolojik basınca dönüşüyor.
Peki çözüm ne? Mahalle baskısının tamamen ortadan kalkması mümkün mü? Belki değil. Çünkü her toplum, ister istemez kendi normlarını yaratır. Ancak önemli olan, bu normların bireyin varlığını bastıran bir araca dönüşmemesi. İnsanların kendisi gibi yaşayabildiği, başkalarını da kendisi gibi olmaya zorlamadığı bir toplumsal iklim, baskının panzehiridir.
Bunun yolu ise çoğulculuğu içselleştirmekten geçiyor. Aynı mahallede, aynı apartmanda, aynı masada, farklı hayatların yan yana akabileceğini kabul etmek… Çünkü mahalle baskısının en güçlü dayanağı, farklı olana gösterilen sabırsızlıktır. Sabır ve empati ise baskıyı zayıflatan iki önemli toplumsal refleks.
Mahalle baskısı, görünmeyen ama herkesin az çok hissettiği bir gölge gibi. O gölgeyi tamamen yok etmek zor olabilir. Ama gölgenin yönünü değiştirmek mümkün. Bunun için hem bireysel cesarete hem de toplumsal olgunluğa ihtiyaç var. Çünkü baskı, ancak “başkası”nın da var olma hakkını savunduğumuzda etkisini yitiriyor.