1974'te Hindistan ilk nükleer denemesini gerçekleştirdiğinde, Güney Asya'da yepyeni ve tehlikeli bir dönemin başladığı anlaşıldı.

2025 yılının baharında Keşmir’de bir turist kafilesine yönelik bir saldırı düzenlendi; 26 kişi hayatını kaybetmesinin hemen ardından Hindistan ordusu, Pakistan topraklarındaki hedeflere misilleme niteliğinde füze saldırıları başlattığını duyurdu. Nükleer silahlara sahip iki komşu, yine tehlikeli bir sürtüşmenin eşiğine gelmiş durumda. Peki, Hindistan ve Pakistan'ı yine savaşın eşiğine getiren bu anlaşmazlığın kökenleri neye dayanıyor? Bu sorunun cevabı,77 yıl öncesinde saklı.

Hindistan ve Pakistan arasındaki kriz, basit bir komşu kavgasından ziyade, tarihte karmaşık bir sorunlar silsilesi aslında. İki ülkenin kaderi, 1947'de İngiliz sömürge yönetiminin sona erip alt kıtanın bölünmesiyle birbirine bağlanmış oldu. O günden bu yana yaşanan üç büyük savaş, sayısız sınır çatışması ve sonu gelmeyen diplomatik gerilimler, bu bağı çözmekten ziyade daha da sıkı bir hale getirdi. Özellikle Keşmir Sorunu, bu krizlerin ana merkezinde yer alıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizler Asya’dan çekilirken, 1947 yılında Hint alt kıtası dini temelde iki devlete ayrıldı: Hindu çoğunluklu Hindistan ve Müslüman çoğunluklu Pakistan halihazırda kurulmuş oldu. Ancak bu bölünme sancısız olmadı. Tarihin en büyük kitlesel göç hareketlerinden biri haline gelen bu bölünmede yaklaşık 15 milyon insan yer değiştirdi. Bu göçler esnasında da Hindu, Müslüman ve Sih topluluklar arasında patlak veren şiddetli çatışmalarda tahminen 200 bin ila 2 milyon kişi hayatını kaybetti. Bu kanlı olayların hemen ardından, yeni sınırlar üzerinde ayrılıkçı hareketler baş gösterdi. İşte bu karmaşanın tam ortasında, Keşmir Prensliği kaderini tayin etmeye çalışıyordu. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Keşmir'in prenslik hükümdarı başlangıçta bağımsız kalmak istediyse de Ekim 1947'de Pakistan yanlısı kabile güçleri Keşmir'e girdiğinde denge bozuldu. Yardım çağrısında bulunan prenslik hükümdarı, Hindistan’dan askeri destek almak karşılığında Keşmir’in Hindistan’a katılmasını kabul etti. Böylece İlk Hindistan-Pakistan Savaşı bir anda ortaya çıkıverdi. 1947 sonundan 1948 sonuna dek süren bu çatışmalar sonucunda Birleşmiş Milletlerin araya girmesiyle 1949'da bir ateşkes hattı çizildi; Keşmir fiilen bölünmüş halde kaldı. Bu hat, bugünkü Kontrol Hattı’nın temelini oluşturuyor. Hindistan, Keşmir’in tamamının kendisine ait olduğunu ileri sürmesine rağmen Pakistan, Keşmir’in Hindistan’ın kontrolündeki kısmını kendi parçası sayıyor. Keşmir, işte o günden beri iki ülke arasındaki bitmeyen krizin odak noktasında.

Keşmir uğruna savaşlar ve yeni sınırlar

 1947’deki ilk çatışmanın alevi sönmüş olsa sorun çözülemedi. 1960’lar başında Hindistan ve Pakistan kendi arasında Indus Suları Antlaşması’nı imzaladılar; böylece paylaşılan nehir sularını bölüşme konusunda uzlaştılar ve bu anlaşma sonraki savaşlarda bile ayakta kalmayı başardı. Ne var ki siyasi temaslar Keşmir krizini çözmeye yetmedi. 1965 yılında Pakistan, Keşmir’deki Hindistan kontrolüne karşı güç gösterisi yapmak üzere binlerce askerini bölgeye sızdırdı; Pakistan askerleri yerel halk kılığında sınırı geçerek Keşmir’e girdi. 1965 yılında Pakistan, Keşmir’deki Hindistan kontrolüne karşı güç gösterisi yapmak üzere binlerce askerini bölgeye gönderdi; Pakistan askerleri yerel halk kılığında sınırı geçerek Keşmir’e girdi. Bu harekât Hindistan’ın da karşı manevraları ile tam teçhizatlı bir savaşa dönüştü. İkinci Keşmir Savaşı olarak anılan 1965 yılındaki bu savaş, tarihin en büyük tank muharebelerinden bazılarına sahne oldu ve çatışmalar Keşmir dışındaki sınırlara da sıçradı.  Aylar süren kritik çatışmalar, Eylül 1965’te bir BM ateşkesiyle son buldu; kayıtlara geçen bir toprak değişimi olmadı ancak her iki taraf için de ağır kayıplar yaşadı. Savaş sonrası dönemde Sovyetler Birliği arabuluculuğunda Hindistan Başbakanı Lal Bahadur Shastri ile Pakistan Cumhurbaşkanı Ayub Han 1966’da Taşkent Deklarasyonu’nu imzalayarak diplomatik ilişkileri güçlendirme ve barışı tesis etme taahhüdünde bulunarak masaya oturdular.  

1960'ların sonunda nispeten inen tansiyon, bu kez Pakistan'ın kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bir krizle yeniden yükseldi. Pakistan’ın coğrafi olarak ayrık iki parçasından doğudaki Doğu Pakistan, merkezi idareye karşı bağımsızlık arayışına girmişti. 1971 yılında Doğu Pakistan’daki (bugünkü Bangladeş) siyasi hareketleri bastırmak için Pakistan ordusu sert bir operasyon başlattı. Bu iç savaş kısa sürede Hindistan ile Pakistan’ı üçüncü kez karşı karşıya getirdi. Hindistan, mülteci yoğunluğuna sebebiyet veren insani krize ve Pakistan ordusunun sert müdahalesine karşı Doğu Pakistan’ın yanında müdahil oldu. 1971 yılında yaşanan bu savaş, on binlerce kişinin ölümüne yol açtı ve sonuçta Pakistan’ın doğu kanadı koparak bugünkü Bangladeş sınırları çizilmiş oldu. Bu savaş, Pakistan tarihinin en ağır ve travma dolu yenilgilerinden biri olarak tarihe geçti. 1972 yılında savaşın galibi Hindistan ile mağlup Pakistan yeniden masaya oturarak diplomatik ilişki kurmaya çalıştılar. Hindistan Başbakanı Indira Gandhi ve Pakistan lideri Zülfikar Ali Butto,1972’de imzalanan Simla Anlaşması ile yeni bir yol izlemeye çalıştılar. Simla Anlaşması, 1949 ateşkes hattını ‘Kontrol Hattı’ ismiyle resmileştirirken, her iki tarafın da bu hattı tek taraflı değiştirmeme ve eğer anlaşmazlık çıkarsa da bu anlaşmazlıkları barışçıl yöntemlerle çözme sözlerinden ibaretti.

Simla ruhu, Asya’da barışa yönelik en ciddi taahhütlerinden biridir. Bu anlaşmayla Pakistan, Keşmir meselesini karşılıklı diyalog yoluyla çözmeyi kabul etmiş oldu ve uluslararası platformlarda plebisit talebini geri plana çekti. Öte yandan Hindistan da Keşmir’de statükosunu koruma konusunda uluslararası meşruiyet kazanmış oldu. Fakat kâğıt üzerindeki bu anlaşmalar uzun ömürlü olamadı. 1974'te Hindistan ilk nükleer denemesini gerçekleştirdiğinde, Güney Asya'da yepyeni ve tehlikeli bir dönemin başladığı anlaşıldı. Hindistan’ın bu nükleer hamlesi, Pakistan tarafından ciddi bir tehdit olarak algılandı ve kendi nükleer silah programını gözden geçirmeye sevk etti. Artık Hindistan-Pakistan rekabeti, nükleer silahların konumuna göre şekillenecekti.

Keşmir’de ayaklanma ve süregelen husumet

Seksenli yıllara doğru gelindiğinde, Keşmir’de krizin ayak sesleri yeniden duyulmaya başlayacaktı. Hindistan yönetimi altında kalan Cammu ve Keşmir eyaletinde halkın bir kesimi, özellikle 1987’deki yerel seçimlere hile karıştığı iddiaları sonrası, Yeni Delhi’ye karşı yoğun bir öfke gütmeye başladı. 1989’da Sovyetler Birliği'nin Afganistan’dan çekilmesiyle bölgede eli silahlı gruplar güç kazanmaya başlamışken, Keşmir’de de silahlı bir ayrılıkçı isyan baş gösterdi. Pakistan, Keşmir Cihadı olarak da anılan bu ayaklanmayı kendi lehine çevirerek Keşmir’deki silahlı gruplara lojistik ve maddi destek sağladı... İslamabad yönetimi uluslararası diplomatik alanda bunu “Keşmirli halka sadece manevi ve diplomatik destek” şeklinde tanımlasa da Hindistan bu grupları terörist ilan ederek Pakistan'ı terörizmi destekleyen ülke konumunda gördüğünü ilan etti. Doksanlar boyunca Keşmir vadisi, bir yanda Hint güvenlik güçleri diğer yanda Pakistan merkezli militan gruplar arasında vekalet savaşı niteliğinde çatışmalara şahit oldu. Dönem dönem alevlenen yıpratıcı çatışma ortamı, iki ülkenin diplomatik ilişkilerini zedeleyerek ilerlemeye devam etti.

Doksanlı yılların sonu, barış ve kriz senaryoları ile doluydu. 1998 yılında önce Hindistan beş yeraltı nükleer deneme yaptı ardından da Pakistan altı nükleer denemeyle cevap vermekte gecikmedi. Günün sonunda iki ülke arasında nükleer güç krizi filizlenmeye başladı. Dünya, Güney Asya’da nükleer bir yarışı kaygıyla izlerken, Hindistan ve Pakistan liderleri şaşırtıcı biçimde 1999 Şubat ayında bir araya gelerek Lahor Deklarasyonu’nu imzaladı. Bu deklarasyon, Simla Anlaşması’na sadık kalma vurgusu yapıyor, güven artırıcı önlemler ve diyalog adımları öngörüyordu. Fakat barış umudu, daha mürekkebi bile kurumadan yeni bir sınavla sarsıldı. Aynı yılın mayıs ayında, Kargil bölgesinde (Hindistan kontrolündeki Keşmir toprakları) yüksek dağlara gizlice sızan Pakistan birlikleri, stratejik tepeleri ele geçirerek Hindistan’a yönelik saldırılar gerçekleşirdi. Bu hamle, tarihe Kargil Savaşı olarak geçen yoğun bir çatışmayı tetikledi. Hindistan ordusu zorlu arazi ve kış koşullarında karşı taarruza geçerek haftalar süren kanlı çatışmalar sonunda işgal edilen alanları geri aldı. Uluslararası diplomaside özellikle ABD, olaya müdahil olarak Pakistan’ı kuvvetlerini geri çekmeye zorladı ve Temmuz 1999’da çatışmalar son buldu. Kargil, iki ülkenin nükleer silah sahibi olduktan sonra ilk kez savaşa bu kadar yaklaştığı andı ve nükleer çatışma korkusunu tüm dünyaya hissettirdi.

21. yüzyılda terör gölgesi ve diplomatik gelgitler

2000’lere girerken Hindistan ile Pakistan arasındaki krizlere yeni bir boyut daha eklendi: 11 Eylül saldırılarının etkileri…11 Eylül 2001 sonrası dünya teröre odaklanmışken, Aralık 2001’de Hindistan Parlamentosu bir grup tarafından basıldı; 14 kişi bu saldırıda hayatını kaybetti. Yeni Delhi, saldırının arkasında Pakistan destekli örgütlerin olduğunu ilan etti. Sonuç olarak iki ordunun sınır hattında birbirine yaklaşmasıyla aylar süren tehlikeli bir askeri gerilim oldu. 2002 boyunca süren bu sınırda seferberlik durumu, uluslararası alanda yankı bularak sonbahara doğru yavaş yavaş yatıştı. İki nükleer gücün görece küçük sayılabilecek bir saldırı nedeniyle savaşa sürüklenme riski, dünyayı tedirgin etmişti. Neyse ki dönemin Pakistan lideri Pervez Müşerref, radikal gruplara karşı kendi topraklarında önlemler alacağının sözünü vererek biraz olsun sakinliği sağladı; aynı dönemde 2003 sonlarında kontrol hattı üzerinde ateşkes ilan edilmesi de sağlandı. Bu ateşkes, ilerleyen birkaç yıl boyunca büyük ölçüde korundu ve taraflar arasında daha sakin bir dönem yaşanmasını sağlayarak güvenli alanın oluşmasını sağladı.

2004-2007 arası dönem, karşılıklı diyaloğun yeniden ön plana çıktığı kısa bir “bahar” oldu. Pakistan Devlet Başkanı Müşerref ve Hindistan Başbakanı Atal Bihari Vajpayee, ardından Manmohan Singh arasında başlatılan Birleşik Diyalog Süreci sayesinde, Keşmir de dahil tüm sorunları masaya yatıran kapsamlı görüşmeler yapıldı. Bu süreçte iki ülke arasında ilk kez düzenli otobüs ve tren seferleri başlatıldı, ticaret yapma potansiyeli artırıldı ve hatta Keşmir’de sembolik sınır kapıları açılarak aile ve akraba topluluklarının buluşmasına imkân tanındı. 2007’de Hindistan ve Pakistan arasındaki dostluk trenine düzenlenen bombalı saldırıda 68 kişi hayatını kaybetti. Barış sürecini sarsan bu saldırının, Hindistan’daki aşırı Hindu milliyetçilerce yapıldığı iddia edilmişti. Yine de karşılıklı diyalog süreci raydan çıkmamıştı; ta ki 26 Kasım 2008 Mumbai saldırıları yaşanana dek. Pakistan bağlantılı olduğu iddia edilen Lashkar-e-Taiba militanları, Hindistan’ın ticari başkenti Mumbai’de 3 gün süren koordineli saldırılar gerçekleştirdi. Oteller, tren istasyonları ve kafeler hedef alındı; 166 sivil yaşamını yitirdi. Saldırıyı gerçekleştiren tek canlı yakalanan militan, eylemcilerin Pakistan merkezli Lashkar-e-Taiba örgütü üyeleri olduğunu itiraf etti. Hindistan hükümeti, Pakistan istihbaratının bu saldırıda parmağı olduğunu öne sürdü. Uluslararası baskılar sonucu Pakistan yönetimi ilk etapta suçlamaları reddetse de sonrasında saldırı failleri kendi topraklarında hazırlık yapmış olabileceğini kabul etmek zorunda kaldı. Mumbai, iki ülke ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu ve yıllardır inşa edilmeye çalışılan güven köprüsünü yerle bir etti. Barış görüşmeleri askıya alındı, diyalog kapıları uzun süre kapandı.

2010’lara girerken Hindistan ve Pakistan liderlikleri değişse de güvensizlik ortamında bir adım ilerleme sağlanamadı. 2014’te Hindistan’da iktidara gelen Narendra Modi, ilk icraatlarından biri olarak Pakistan Başbakanı Navaz Şerif’i yemin törenine davet ederek ılımı adımların atılmasını sağladı. Bu davet yeni bir başlangıç umudu gibi görünse de aynı yıl içinde Keşmir’de yine sınır çatışmaları patlak verdi ve planlanan dışişleri görüşmeleri iptal edildi. Pakistan tarafında ise ordu, Keşmir konusundaki tavrını daha da sertleştirerek ilerletti. Nitekim 2014'te Pakistan Genelkurmay Başkanı, Keşmir’i ülkesinin “şahdamarı” ilan edince Pakistan’ın bu bölge üzerindeki hak iddiasının hayat memat meselesi olduğu anlaşıldı. Bu sözler, Pakistan ordusunun Keşmir konusunda kesin adımlar attığının neticesi gibiydi de aynı zamanda.

2016 yılında gelindiğinde Keşmir yine dünya gündemindeydi. Eylül 2016’da Keşmir’deki bir Hint askeri bölgesine sızan militanlar, 17 Hint askerini uykusunda katletti. Hindistan bu saldırının failinin Pakistan merkezli bir örgüt olduğunu açıkladı ve misilleme olarak da Pakistan kontrolündeki Keşmir topraklarında “cerrahi operasyon” adını verdiği sınırlı bir askerî harekât düzenlediğini duyurdu Pakistan ise Hindistan’ın açıkladığı bu sınır ötesi operasyon iddiasını yalanladı. Uri saldırısı sonrası iki ülke arasında yeniden ipler yeniden gerilirken, 2016-2018 arası kontrol hattı boyunca karşılıklı ateş ihlalleri sıklaştı; yüzlerce sivilin bu atışlarda öldüğü ya da yerinden olduğu insan hakları izleme raporlarına eklendi. Güney Asya’da zaten krizler bitmiyorken yeni bir sancı eklendi: Şubat 2019’da Keşmir'in Pulwama bölgesinde Hint güvenlik güçlerini hedef alan korkunç bir intihar saldırısı gerçekleşti. Bir bombalı araçla düzenlenen saldırıda 40 Hint paramiliter polisi hayatını kaybetti; son 30 yılın Keşmir’deki en kanlı eylemlerden biriydi bu. Saldırıyı Pakistan menşeli bir örgüt üstlenince, Hindistan da misilleme amacıyla Pakistan topraklarında, başka bir bölgeye bir hava saldırısı düzenleyerek askeri kamplarını vurduğunu açıkladı. Ertesi gün Pakistan Hava Kuvvetleri de kendi savaş uçaklarıyla Keşmir semalarında karşılık verince iki taraf ilk kez hava muharebesinde karşı karşıya geldi: bir Hint savaş uçağı düşürüldü ve pilotu Pakistan tarafından esir alındı. Dünya, nükleer silahlı iki ülkenin birkaç gün içinde böylesine bir tırmanışa girişmesini hayretle izledi. Neyse ki Pakistan, esir Hint pilotu birkaç gün içinde serbest bırakarak krizin büyümeden dinmesini sağladı.

2019 krizinin hemen ardından Hindistan, Keşmir denkleminde yıllardır tartışılan bir hamleyi hayata geçirdi. Ağustos 2019’da Yeni Delhi hükümeti anayasasının 370. maddesini tek taraflı olarak yürürlükten kaldırdı. Bu madde, Cammu ve Keşmir’e özel bir özerk statü tanıyor, kendi yerel anayasası ve bayrağı olmasına imkân veriyordu. Modi hükümetinin kararıyla Keşmir’in özel statüsü ve özerkliği fiilen son buldu. Hindistan, bu hamleyi Keşmir’i ülkenin geri kalanıyla tamamen bütünleştirme çabası olarak savunurken; Pakistan kararı ciddi bir haksızlık ve Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı bir dayatma olarak nitelendirdi. Hindistan, karar öncesinde bölgeye on binlerce ilave asker sevk edip uzun süreli sokağa çıkma yasağı ve iletişim kesintileri uygulayarak olası tepkiyi bastırmaya çalıştı. Buna rağmen Keşmir halkı arasında öfke dinmedi; binlerce kişi gözaltına alındı, yerel siyasetçiler aylarca tutuklu kaldı. Pakistan ise Hindistan ile zaten sınırlı olan diplomatik bağlarını daha da azalttı: İslamabad, Hint yüksek komiserini sınır dışı etti, Hindistan’la ticareti kesti ve uluslararası kamuoyunda Keşmir için yüksek perdeden atıflarda bulunarak diplomasi yürüttü. Ancak Hindistan, Keşmir’i artık iç meselesi saydığını belirterek üçüncü taraf arabuluculuğu veya çok taraflı girişimleri kesin bir dille reddetmeye başladı. Günün sonunda 2019’dan günümüze kadar Hindistan-Pakistan ilişkileri diplomatik olarak son derece kırılgan bir zeminde ilerlemeye devam ediyor.

Güncel durum ve nükleer gölgedeki gelecek

2020’lerin başında, pandemi gibi evrensel krizler dahi Hindistan ile Pakistan arasındaki derin güvensizliği gideremedi. Zaman zaman sınırda nispi sükûnet adımları atılsa da Keşmir’de şiddet olayları ve saldırılar eksik olmadı. Son 3-4 yılda Hindistan yönetimi Keşmir’in seçim bölgelerinin yeniden çizilmesi, dışarıdan nüfus yerleştirme iddiaları, basına kısıtlamalar gibi demografik, sosyolojik ve siyasi yapısını değiştirmeye dönük adımlar atarken ayrılıkçı şiddet de kimi zaman sivilleri hedef alan saldırılarla kendini gösterdi. Ne yazık ki 2025 yılı, bu kısır döngüyü onaylayan gelişmeleri gördü. Nisan 2025’te Keşmir’in turistik Pahalgam kasabasında tatil amaçlı bulunan sivillere yapılan saldırıda 25’i Hint vatandaşı, 1’i Nepalli turist olmak üzere 26 kişi katledildi. Bu, 2008 Mumbai’den bu yana Hindistan topraklarındaki en kanlı eylemlerinden biriydi ve fail olarak yine Pakistan topraklarında bulunan bir örgüt işaret edildi. Saldırıyı üstlenen The Resistance Front  adlı grup her ne kadar Keşmirli bir direniş örgütü olduğunu iddia etse de Hindistan istihbaratı önceki saldırılardan bir uzantı olduğu ve dolayısıyla Pakistan’ın parmağı bulunduğu görüşünde. İki Pakistan vatandaşı saldırıyla ilişkili olarak Hindistan’da yakalandı; İslamabad ise olayı kınamakla birlikte sorumluluğu reddedip bunun Hindistan tarafından kurgulanmış bir “sahte bayrak operasyonu” olabileceğini öne sürdü

Pahalgam katliamı, Hindistan’ı sert bir şekilde tepki koymaya yöneltti. Yeni Delhi hükümeti, Pakistan ile yıllardır askıda olan barış elini tamamen yumruğa çevirerek bir dizi yaptırım kararı aldı: Yıllardır yürürlükte kalan Indus Nehri Suları Antlaşması’nı askıya aldığını, Pakistan vatandaşlarına uygulanan vize kolaylıklarının iptal edildiğini ve en önemlisi Pakistan topraklarında askeri kamplara karşı doğrudan askeri operasyon başlatıldığını duyurdu. Mayıs 2025’in ilk haftasında Hindistan ordusu “Sindoor Operasyonu” adıyla Pakistan içinde belirlediği dokuz ayrı hedefe füze ve insansız hava aracı saldırıları düzenlediğini açıkladı. Bu, 1971 savaşı sonundan bu yana Hindistan’ın Pakistan’a yönelik en kapsamlı saldırı hamlesiydi. Pakistan, saldırılarda en az 30 kadar sivilin öldüğünü bildirerek misilleme hakkını saklı tuttuğunu ilan etti. İslamabad yönetimi Hindistan ile diplomatik ilişkileri en alt seviyeye indirdi; hava sahasını Hint uçaklarına kapattı, iki ülke arasındaki son ticaret kanallarını da dondurdu. İki ordu, 2025 baharı boyunca kontrol hattı boyunca neredeyse her gün karşılıklı ateş açtı, karşılıklı taciz yaşandı. Washington itidal çağrısı yaparken, Pekin saldırının bağımsız bir soruşturmayla aydınlatılmasını talep etti. Ne var ki sahadaki sert mesajlar devam etti – Hindistan donanması nükleer kapasiteli füzelerini test ettiğini duyurdu, Pakistan ordusu Hindistan’ın yeni bir saldırı planladığını iddia ederek sınır hattına asker yığdı Gelinen noktada 2019 Pulwama krizinden bu yana en ciddi askeri gerilim yaşanıyor ve yeni bir savaş ihtimali uluslararası toplumda gerçek bir korku haline gelmiş durumda

İki ülkeyi ne bekliyor?

Hindistan ve Pakistan arasındaki kriz, kökleri sömürge döneminin böl ve yönet politikalarına, dini-kültürel farklılıklara ve istikrarsız tarihsel kararlara dayanan derin bir uçurumdan da ibaret. On yıllardır süren anlaşmazlıkların özünde, çözülmemiş bir Keşmir sorunu yatıyor. Keşmir, her iki ülke için de ulusal kimliğin hassas bir simgesi haline geldiğinden, taviz verilmesi siyasi olarak neredeyse imkânsız hale geliyor. Pakistan için Keşmir, uğruna savaşlar göze alınan bir “şahdamarı” meselesi iken, Hindistan için ülkenin rejiminin sınandığı bir mesele.

Gelinen aşamada, her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olması, kapsamlı bir savaşı karşılıklı imha korkusuyla engelleyebiliyor. Hindistan ve Pakistan bir süredir nükleer eşik altında kalacak şekilde sınırlı güç kullanımı stratejileri geliştirerek birbirlerini test ediyorlar. Bu tehlikeli oyun, her iki tarafta da milliyetçi kamuoylarının baskısıyla besleniyor. Diplomasi kilitlenmiş durumda: Liderler arasındaki diyalog süreçleri sürekli sekteye uğruyor, arka kapı görüşmeleri bile yapılamıyor. Herkes inatçı, herkes ısrarcı.

Yine de barış süreci imkânsız değil. İki ülke tarih boyunca defalarca savaşın eşiğinden dönmeyi başardı. Uluslararası arena özellikle ABD, Çin ve bölge güçlerinin devreye girerek arabuluculuk faaliyetleri yapması da olası senaryoları engelledi.

 Keşmir sorunu kalıcı bir çözüme kavuşmadıkça, Hindistan ve Pakistan arasındaki kriz devam edebilir. Ne başı ne sonu ne de ortası olmayan bu krizde, yeni hamlelerin ne getireceği belirsiz. Yine de barışa giden yolda diyalog kanalını açık tutmakta fayda var. Aksi takdirde, Güney Asya’nın iki kader ortağı, karşılıklı güvensizliğin esiri olarak geleceğe dair umutları her krizle biraz daha tüketmeye devam edecek.