Medeniyetini, refahını, geleceğini kan üzerine inşa eden emperyaller; yarınını gasp ettiği ulusları ve insanları efsanesiz, türküsüz, manisiz, fıkrasız bırakıyor! Teknoloji ve kimliksizlik, kişiliksizlik bireyleri ait oldukları toplumların, milletlerin içinden koparıp alıyor…
***
Aşık Veysel’in;
Bayramlarda düğünlerde / Toplantıda yığınlarda
Sıkılınca dar günlerde / Türk’üz türkü çığırırız
Dizelerinin birileri için artık bir anlam ifade etmediğini görüyor, duyuyor olmak;
Çeşmenin başı güzel / Dibinin daşı güzel
Öyle bir yar sevmişim / Kirpiği gaşı güzel
Manisiyle müsemma bir ruh/beden haline sahiplerin soyunun tükenmek üzere olduğunu gösteriyor!
***
Eurovision yarışmasında birinci olan bir şarkıyı herkes severek dinleyebilir ama adı üstünde, popüler kültürün bir parçası olan bu şarkılar birkaç ay hadi birkaç yıl sonra unutulur gider…
Oysa Pir Sultan’ın, Hatayi’nin, Yunus Emre’nin, Nesimi’nin, Fuzuli’nin; Yemini, Virani ve Kul Himmet’in ve daha nicelerinin ululuğundan şüphe edilebilir mi? Muharrem ve Neşet Ertaş’ın, Aşık Veysel ve Daimi’nin, Aşık Şenlik ve Mahzuni’nin, Nimri Dede ve Karacoğlan’ın sazına, sözüne laf eden taş kesilmez mi? Ortak dilleri Türkçe idi…
***
“Hep Sonradan” gelerek “Kum Gibi” ezilen; “Herkes Kendi İşine” bakarken “Arka Mahalle”de dolaşan; “Başım Belada” dedikten sonra yırtıp “Metris'in Önünde” gezinen; “Öyle Bir Yerdeyim ki” feryadı ederken “Kendine İyi Bak” diyebilen; “Hani Benim Gençliğim” arayışında iken “Nereden Bileceksiniz” bilgeliğine ulaşan; “Kara Yazı” ve “Şiire Gazele” isyan ederken “İçimde Ölen Biri”ni arayan bir “Yorgun Demokrat” olan Ahmet Kaya; “Çiğdem Çiçek” dağlarda “Dardayım” derken, “Bu Gala Daşlı Gala” ya da “Geçmiyor Günler” veya “Benden Selam Söyleyin” türkülerine sığınarak, “Giderim” derse “Kalan Kalır”!
“Hadi Sen Git İşine” tavsiyesi, “Öyle Bir Yerdeyim ki” muamması “Ağladıkça” çözülecek değildir. En iyisi “Acılara Tutunmak” olabilir ama göz alan “Yakamoz”, “Yakarım Geceleri” dedirten bir “Mahur” havaya bürünebilir…
Artık ne “Kod Adı Bahtiyar”ın çığırdığı “Şafak Türküsü” ne “Ayrılığın Hediyesi” ne de “Doğum Günü” yarına taşır insanı! “Katlime Ferman” talebi “Derin Bir Ah Çektim” dedirtir ama o an Attila İlhan’ın sesi duyulur:
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir…
***
Ahmet Kaya ölür…
***
Ahmet Kaya, ‘mecburen’ Türkçeye sığınmış, güzel türkü çığıran bir Kürt idi. Çatal/bıçak enstrümanları arasında “Kürtçe bir türkü okuyacağım” diyen biriydi ve “Kürt’ün Türkçe isyanıydı” başlıklı yazımın ilham kaynağıydı.
***
Attila İlhan’a, “Ahmet Kaya’yı sen mi öldürdün” diye sordum! “Yok” diyerek başka bir “Cinayet Saati”ni anlattı:
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım
***
Eurovision birincisi “The Code” kodlanmışlığımızı gösterebilir ama Türkçeyi ihmal eden gençlerin dili tahrip gücü yüksek bir saatli bombayı andırıyor!
Çare mi diyorsunuz? Çare, türküdür amma gençliğim eyvah!