Bir kadını taşlamak…
Sadece bir linç değildir bu. Bir çağdan, bir ideolojiden, bir aydınlıktan öç alma şeklidir.
Halide Edip’in kaleminden çıkıp Halit Refiğ’in gözünden sinemaya yansıyan Vurun Kahpeye, sadece Aliye öğretmenin değil, çağdaşlaşmanın, ulus bilincinin ve aydınlanmanın katline teşebbüsün filmidir. Bu film, Anadolu’nun işgal altında olduğu yıllarda, aynı anda hem emperyalizmle hem cehaletle savaşanların yalnızlığını anlatır. Ve bir kez daha haykırır ki, bu ülkede düşman, çoğunlukla dışarıdan değil, karşı devrimci cehaletten çıkar.
Aliye, genç bir öğretmendir. Eğitimlidir. İstanbul görmüş, Cumhuriyet fikriyle tanışmıştır. Ancak Anadolu’da göreve geldiğinde sadece cehaletle değil, aydınlanmacılık fikrine karşı çıkan hain bir zihniyetle karşı karşıya kalır. Çünkü o dönem Anadolu’sunda düşman yalnızca İngiliz, Fransız ya da Yunan değildir. Düşman aynı zamanda, yıllarca kula kulluk etmeye alışmış, birey olmayı değil biat etmeyi öğrenmiş yerli işbirlikçilerdir. Ve bu işbirlikçilerin gözü, Cumhuriyet’in fikir taşıyıcılığındaki en önemli temsillerden biri olan, kadın öğretmenlerdedir. Çünkü Aliye öğretmen özelinde resmedilen kadınların temsil ettiği fikir, Selanik’te doğup ülkenin kurtuluşunu sağlayan bir hayalin, bir idealin, bir liderin fikridir…
Taşlanan kadın ise aslında halka inen aydınlanma tohumunun temsilidir.
Aliye, Anadolu toprağına ekilmek istenen akılcı bir tohumdur. Ancak ne yazık ki, bu tohumun yeşermesi için önce toprağın temizlenmesi gerekir. Ama o toprak öyle bir haldedir ki, tıpkı Yakup Kadri’nin “Yaban”ında da resmedildiği gibi, Cumhuriyet fikrinin karşısında duran bu cehaleti bilinçlendirebilmek çok büyük bir sosyolojik devrimi gerektirir. İşte tam da bu yüzden bu film yalnızca bir dönemin filmi değil, bir anlamda bugünün de aynasıdır.
Vurun Kahpeye, ümmetçilik ile ulus-devlet fikrinin çatışmasını en çıplak haliyle verir.
Bir yanda, toprak ağaları padişah için dua ederken, diğer yanda Cumhuriyet’e ve Aydınlanmacılığa kurşun sıkılır. Mahallede “gavur icadı” diye anılır eğitim, ama aynı insanlar diplerine kadar gelmiş Yunanların işgalini alkışlar. Bu akıl tutulması, bugün hâlâ süregelen karşı devrimci damarların tarihsel köküdür.
Filmdeki taşlar sadece bir kadına değil, kadın haklarına, laik eğitime, ulusal egemenliğe de atılan taşlardır. Ama unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet o taşların arasından doğmuştur.
Aliye’ye iftira atanlar, bugün sosyal medyada aydınlara hakaret edenlerin büyük dedeleridir. Öğretmeni linç edenler, laikliği “dinsizlik” diye karalayan kimilerinin büyükleridir yüzden bu film yalnızca geçmişi anlatmaz, birçok yönüyle bugünü de teşhir eder. Bugün hâlâ Cumhuriyet’e dil uzatanlar varsa, demek ki Aliye’yi taşlayanların torunları hâlâ hayatta demektir.
Aliye’nin kadın olması tesadüf değildir.
Kadın, modernleşmenin en görünür temsilidir.
Kadın, laikliğin ilk meyvesidir.
Ve kadın, her karanlık aklın ilk hedefidir.
Bu anlamda Vurun Kahpeye, kadını toplumdan silmenin ne kadar sistematik, ne kadar örgütlü bir proje olduğunu gösterir.
Bugün hâlâ kadın cinayetlerinin, eğitimden uzaklaştırılan kız çocuklarının, sokakta tehdit edilen kadınların ortak bir düşmanı varsa, bu filmin anlattığı şey hâlâ günceldir.
Vurun Kahpeye, sadece bir sinema eseri değil; Cumhuriyet’in neden elden bırakılmaması gerektiğini hatırlatan bir manifestodur.
Halit Refiğ’in kamerası, Halide Edip’in kalemi ve Atatürk’ün ilke ve devrimleri bu filmde birleşir.
Çünkü bu filmde taşlanan sadece bir kadın değil; bir gelecek vizyonudur.
Bugün taşlar dijital, linçler sanal olabilir. Ama zihniyet aynıysa, direniş de aynı bilinçle sürmelidir.
Bu anlamda bu eser bizlere unutturulmaya çalışan Cumhuriyet Kazanımlarını anlamlandırmak ve korumak adına bir işarettir.
Sinema dolu günler…