Siyaseti takip edenlerin dikkatini çekmiştir, son dönemde iktidar medyasında ara ara ama istikrarlı bir şekilde Bilal Erdoğan’ın kamuoyundaki imajını parlatmaya yönelik girişimler artmaya başladı.
Bu elbette ki dikkate değer bir gelişme. Çünkü Tayyip Erdoğan önce başbakan sonra cumhurbaşkanı olarak devleti yaklaşık 23 yıldır yönetmesine rağmen oğlu Bilal Erdoğan günlük siyaset içerisinde neredeyse hiçbir zaman önplana çıkmadı. Bir kez 2013 yılında devlet içindeki Fethullahçı savcıların gerçekleştirdiği 17-25 Aralık operasyonlarınyla adı epey bir gündeme geldi. Onun dışında temel olarak eğitim ve kültür faaliyetleriyle ilgilendi ve arkasındaki siyasi ve ekonomik gücü kullanarak iktidarın İslami toplum mühendisliğinin yürütücülüğünü yaptı. Bunu yaparken ara ara medyaya yansıyan demeçleri dışında kamuoyunun gözü önünde olmadı, günlük siyasetin içerisinde yer almadı.
Hâl böyleyken, o zaman son dönemde neden biz iktidar yanlısı gazeteci ve medya mensuplarından Bilal Erdoğan’ın ismini sık duyar olduk?
Bu soruya iki önemli gelişmeyi göz önünde bulundurarak yanıt aramak gerekiyor.
Birincisi, 19 Mart’tan beri içerisinden geçtiğimiz süreç.
19 Mart süreci, Türkiye’de kalan son demokratik kurum olan rekabetçi seçimlerin ortadan kaldırılmasını esas alıyor. Seçimler bundan sonra da bir şekilde elbette ki icra edilecek ancak asgari düzeyde de olsa rekabetçi olmayacakları için bir iktidar değişikliği mümkün olmayacak. Bu durumda muhalefet partileri de sadece kağıt üzerinde muhalefet partisi olacak. Tayyip Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu’nu tutuklayanların ulaşmayı amaçladıkları temel hedef bu.
Seçimlerin rekabetçi niteliği ortadan kaldırılarak önden ayarlı hale getirilmesi mevcut siyasi iktidarın belirlediği cumhurbaşkanı adayının da otomatik olarak seçimleri “kazanması” anlamına geliyor.
Bilal Erdoğan’ın adı medyada geçtiğinde muhalif kesimden birçok kişi kendisinin halkta karşılığı olmadığını ve rekabetçi bir seçimi kazanamayacağını vurgulayarak alaycı paylaşımlar yapıyor. Ancak, 19 Mart süreci bize bunun zaten o süreci yürütenlerin de farkında olduğu bir gerçek olduğunu gösteriyor. Yani sanki “Bilal Erdoğan’ın bile seçim kazanabileceği” bir siyasal rejim tasarlanmaya çalışılıyor.
Göz önünde bulundurulması gereken ikinci önemli gelişme ise Tayyip Erdoğan’ın artık 70 yaşını geçmiş olması.
Tayyip Erdoğan’ın biyolojik yaşlanmaya bağlı olarak yönetim kapasitesinin zamanla düşmesi ihtimaline karşı da Bilal Erdoğan’ın ismi şimdiden önplana çıkartılıyor olabilir. Çünkü böyle bir durumda aileden ve güvenilir bir isim olarak Bilal Erdoğan zamanla belli görevleri fiilen devralabilir. Böylece mevcut rejim Tayyip Erdoğan’ın yaşlanmaya bağlı yönetim kapasitesindeki olası bir düşüşten etkilenmez.
Dahası burada Tayyip Erdoğan dönemi sonrasına bir hazırlık olması da gayet ihtimal dahilinde.
Nitekim, kamusal tartışmada bu yönde birçok iddia ortaya atılmakta. Erdoğan sonrası için olası adaylar arasında şimdiden bir iktidar mücadelesinin başladığı, Bilal Erdoğan ve Hakan Fidan’ın isimlerinin bu doğrultuda önplana çıktığı artık sıkça dillendirilir oldu. Hatta gerçek sebepleri hâlâ tam bilinemeyen belli medya gruplarına yapılan yargı operasyonlarının da gene bu iktidar mücadelesinin bir parçası olduğu iddia edilmekte.
Elde net bir veri olmamakla beraber bu iddiaların doğru olma ihtimali var. Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir siyasi lider ve onun çevresindekiler, Erdoğan’ın artık belli bir yaşa ulaştığını görerek hem yaşlanmaya bağlı yönetim kapasitesindeki olası bir düşmenin yaratacağı otorite boşluğunu dolduracak güvenilir bir aday hem de Erdoğan sonrasında başa geçerek rekabetçi olmayan seçimlerle devleti yönetecek bir lider olarak Bilal Erdoğan’ı görüyor olabilirler.
Burada başka bir iddia da, iktidar bloğu içerisinde Bilal Erdoğan üzerinde bir mutabakat olmadığı, özellikle güvenlik bürokrasisinin ve MHP’nin Tayyip Erdoğan sonrası için Hakan Fidan’ın liderliğinde ama gene otoriter bir rejimi talep ettiği yönünde.
Tabii, Türkiye gibi 75-80 yıldır rekabetçi seçim geleneğine sahip bir ülkede bu iki farklı ama son tahlilde otoriter projenin yürütücüleri rekabetçi seçimleri tam olarak nasıl ortadan kaldıracaklar orası hâlâ bir muamma.
Nitekim bugün başta CHP olmak üzere muhalefet de büyük oranda iktidarın önündeki bu büyük zorluğa güvenerek hareket etmekte.