Geçtiğimiz genel seçime giderken Meral Akşener’in zehir zemberek açıklamaları sonrası dağılan ve üç günlük bir krizden sonra yeniden toplanan muhalefetin “3-6 Mart Krizi” üzerinden tam bir yıl geçti.

Kimilerine göre bu kriz muhalefetin seçimi kaybetmesinin esas sorumlusuydu. Şüphesiz bu olay verdiği kavga-gürültü görüntüsüyle iktidar seçmenini Altılı Masa’dan uzaklaştırdı ama seçimin kaybedilmesinin ana nedeni bu kriz değildi.

Aslında bu kriz sebep değil seçimin kaybedilmesinde asıl sebep olan daha derinlerdeki sorunların bir sonucuydu. Neydi bu sorunlar, 3-6 Mart’ın yıldönümünde daha detaylı bakalım.

İmamoğlu ve Yavaş’ın önünü kesme projesi

2019 Yerel Seçimi’ndeki kısmi başarının ardından muhalefette iki doğal lider ortaya çıkmıştı: Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş.

Hatırlanırsa o dönemde muhalif kamuoyu da “Ekremciler” ve “Mansurcular” şeklinde bölünmeye başlamıştı. Çünkü doğal olarak herkes bu iki isimden birinin cumhurbaşkanı adayı olmasını bekliyordu.

Ancak 2022’nin başlarında kamuoyu “Altılı Masa” olarak çağırılan bir oluşumla karşılaştı. Bugün daha net anlıyoruz ki genel seçime bir buçuk sene kala ortaya çıkmasına rağmen Altılı Masa kamuoyuna tanıtılmasından çok daha önce CHP Genel Merkezi’nde Kılıçdaroğlu ve çevresindeki çıkar grubu tarafından tasarlanmıştı.

Altılı Masa’yı tasarlayanların temel hedefi Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı adayı yapabilmekti. Çünkü İmamoğlu veya Yavaş’ın cumhurbaşkanı olacağı bir senaryoda Kılıçdaroğlu ve çevresindekilerin kendi göreli konumları tehlikeye düşecekti. Bu yüzden Kılıçdaroğlu’nun adaylığını zorlayarak seçimin kaybedilmesini göze almaya bile razılardı.

Ancak bunu kamuoyuna bu şekilde sunamayacakları için o dönemde yeni oluşturulmuş “CHP medyası” üzerinden muhalif kamuoyuna ekonomik zorluklar nedeniyle seçimin her türlü zaten kazanılacağına, asıl meselenin başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçmek olduğuna ve parlamenter sisteme geçiş süreci için de en uygun cumhurbaşkanı adayının Kılıçdaroğlu olduğuna dair propagandaya başladılar.

Ve maalesef seçime 6 ay kadar bir süre kaldığında da kamuoyunun önemli bir kısmını bu yalana inandırmaya başardılar.

Bir ganimet paylaşma projesi

Seçimin kesin kazanılacağı yalanına uygun bir şekilde Altılı Masa daha en baştan bir “ganimet paylaşma masası” olarak kuruldu. Seçimin nasıl kazanılacağından çok seçim kazanıldıktan sonraki güç ve yetki bölüşümünün nasıl yapılacağına dair toplantı üstüne toplantı yapıldı, binlerce sayfa metin yazıldı, protokoller imzalandı.

Masada herkes bir şekilde istediğini alıyordu. Kılıçdaroğlu adım adım cumhurbaşkanlığı adaylığını kabul ettiriyor, alternatif adayların konuşulmasını engelliyordu. Masadaki küçük partilere ise bu adaylığa evet demeleri karşılığında oy oranlarının çok ötesinde bakanlıklar ve vekillikler veriliyordu.

Masada istediğini tek alamayan İYİ Parti ve Akşener’di. Kriz de zaten bu yüzden çıktı.

Kılıçdaroğlu ve CHP, seçimin kazanılması halinde Akşener’e, örneğin tek cumhurbaşkanı kendisinin olması gibi, görece imtiyazlı bir konum vermek yerine onu diğer küçük muhafazakar partilerle bir tuttu ve medyasıyla İYİ Parti’ye bu koşulları kabul etmesi için  baskı yapmaya başladı.

Buna karşılık Akşener de kamuoyunun asıl istediği İmamoğlu ve Yavaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığını sık sık gündeme getirdi ve bu adaylıkları Kılıçdaroğlu’na karşı bir koz olarak kullandı.

Sonuçta CHP ve İYİ Parti arasındaki gerilim iyice arttı ve en sonunda 3-6 Mart Adaylık Krizi patlak verdi. Görünürde “adaylık krizi” olmakla birlikte bu aslında bir Kılıçdaroğlu-Akşener ve seçim sonrası potansiyel ganimeti paylaşamama kriziydi.

Kim daha suçlu?

Aslında Altılı Masa’da kimsenin esas derdi seçim kazanmak değildi. Asıl dert bu olsa kamuoyunun istediği gibi İmamoğlu veya Yavaş’ın cumhurbaşkanı adayı olması gerektiği belliydi.

Öte yandan seçimin kaybedilmesinde Altılı Masa’daki herkesin payı da eşit değildi.

En suçlu olan şüphesiz Kılıçdaroğlu’ydu. Seçim İmamoğlu veya Yavaş’la kazanılabileceği halde kendisinin ve çevresinin dar çıkarlarını önceleyerek adaylık dayatmasıyla seçimi riske etti ve sonunda da kaybettirdi.

İkincil sorumlu ise masadaki küçük muhafazakar/liberal partilerdi. Muhafazakar gelenekten gelen bu partilerin Kılıçdaroğlu’nun muhafazakar seçmende karşılığı olmadığını bilmemeleri mümkün değil. Bunu bildikleri halde sırf bol keseden bakanlık ve vekillik kapabilmek için bu adaylığa evet dedikleri gibi bir de onun İYİ Parti’ye dayatılmasında bilinçli rol oynadılar.

Masadaki en az suçlu isim olmakla beraber Akşener’in de hataları oldu. İmamoğlu ve Yavaş’ın adaylığı onun için büyük oranda bir kozdu. Aksi takdirde bu isimlerin adaylığını masaya çok önceden de getirebilirdi. Ama bunu yapmadı ve en sondaki sert çıkışı esasta haklı olmakla beraber muhalefete zarar verdi.

Bir daha tekrarlanır mı?

Geçtiğimiz seçim öncesi cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinde Mansur Yavaş zaten çok iddialı ve ısrarcı olmamıştı. Ama İmamoğlu olmuştu.

Ne var ki son aylara kadar kamuoyunda adaylık iddiasını sürdürmesine rağmen, Erdoğan’ın da “seçim yasağı” yardımıyla, İmamoğlu bir noktadan sonra Kılıçdaroğlu ve çevresindekilerin Altılı Masa kurgusunu aşamayacağını anlayıp adaylık yarışında kendisini geri çekmişti.

Ancak muhalefette şimdi başka bir güç dengesi var. 

Eğer İmamoğlu İBB’yi önümüzdeki seçimde kazanabilirise cumhurbaşkanlığı adaylığı için bir daha önünün kesilebileceğini ben düşünmüyorum.