2024 Mayıs’ının ikinci haftası Kobani Davası kararlarının açıklanması nedeniyle önemliydi. Çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kısa süre önce “yumuşama” mesajları vermişti. Ancak mesajdan sonra beklenen yumuşama çıkmadı ve davada 47 suçtan yargılanan HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş 42 yıl ceza aldı. (https://www.elipshaber.com/kobani-davasinda-karar-demirtasa-28-yil-6-ay-hapis-cezasi-verildi)

Bir diğer hukuki gelişme de Osman Kavala’nın yeniden yargılanma talebinin reddedilmesiydi. Zira “yumuşama” mesajı“Kavala davasını da etkileyecek mi” şeklinde bir merak vardı ve bu davadaki yumuşama beklentisi de başka bahara kaldı.

Yani ülkeye mevsimsel olarak gelmeyen bahar yumuşama bekleyen “bazı” kesimlere de gelmemişti. Ancak beklenmedik bir yumuşama oldu; 28 Şubat tutukluları serbest bırakıldı. Şöyle ki; 28 Şubat davası hükümlüsü emekli generallerin cezaları Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından affedildi. (https://www.elipshaber.com/28-subat-davasi-saniklarina-af-getirildi) Neyse ki baharın geldiği birileri ve bir yerler vardı.

İlginç biçimde, hukuki olan bu davalarla ilgili neredeyse “hiç hukuki” yorum/açıklama yapılmadı, siyasi yorumlar yapıldı. Kobani davasında MHP’nin arzu ettiğinin, 28 Şubat tutukluları konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve CHP Genel Başkanı ÖzgürÖzel görüşmesi etkisiyle CHP’nin istediğinin olduğu ifade ediliyordu. Elbette bunlar yorum ve isabetli olup olmadıkları tartışmalı. Ama bu yorumlardan çıkan sonuç; kararların “siyasi” olduğu, Kürtler ile İslamcıların beklentilerinin başka bahara kaldığı, milliyetçi ve ulusalcı kesimlerin ise tatmin olduğu yönündeydi.Yani kasa her zamanki gibi kazanmıştı, şaşırmadık. Ama yine de bir şey şaşırtıcıydı; 28 Şubat’ın kendilerine yapıldığını sık sık belirten ve hatta 28 Şubat ürünü olan AK Parti ve AK Partililer iktidarda olmalarına rağmen kararların böyle olması.Acaba kasada söz sahibi değiller miydi yoksa kasayı teslim mi etmişlerdi?Sanırım “kasa” meselesiyle ilgili soruların cevabı bugünlerde sık sık üzerine yorum yapılan Ayhan Bora Kaplan olayıyla ilgili gelişmelerde saklı ama bu yazının konusu malum olay değil.Dolayısıyla şimdilik herkes kendi cevabını kendi versin.

Asıl konumuza dönelim…

En başta söylemem gerekeni en başta söyleyeyim; yaşlılık hali hasıl olan, hasta olan, doğum yapan kim varsa hukuken hastalık, yaşlılık gereğiyle salıverilmeli ya da cezaları ertelenmelidir. Yani 28 Şubat paşalarının faydalandığı haktan KHK’lılar, kesin olarak darbeye, teröre ve FETÖ suçlarına karışmamış olanlar, 83 yaşındaki Ahmet Türk de faydalanmalıdır. Eğer faydalanmaz ise ne FETÖ ilene terörlegerektiği gibi mücadele edilmemiş olduğu gibi “eşit vatandaşlık” hakkından da bahsedemeyiz ki bu da anayasaya aykırıdır, hukuki ihlaldir.

28 Şubat’ı yaşamış biri olarak 80 yaşındaki insanların tutuklu kalması hiç içime sinmedi ancak sadece o değil sadece kendilerinin aftan yararlanması ancak benzerlerinin yararlanmaması da içime sinmedi ve bu “benim, senin” meselem olmadığı için bu konu kamuoyu vicdanını da yaraladı. Ve sanırım o yaralar unutuldu o halde hatırlatalım.

28 Şubat’ta ne olmuştu?

Bilmeyenler için anlatalım, unutmak isteyenler için hatırlatalım; seçilmiş meşru hükümet istifaya zorlanmıştı. Yerine “askerin” istediği göstermelik bir hükümet getirilmişti. Ve bu gelişmeler olurken “asker” yalnız değildi. Çeşitli “sivil toplum kuruluşları”, Batı Çalışma Grubu adı altında kurulan “fişleme” aygıtları, “görevim bundan sonra insanları fişlemek” diyen köşe yazarları, “askerle toplantı toplantı gezip askerin verdiği brifinglerden manşet çıkaran gazeteler”, binlerce başörtülü kadını işinden ve eğitiminden zorla uzaklaştıran kamu görevlileri, müdürler, dekanlar, rektörler, darbenin ekonomik ayağında etkili olan “patronlar” ve daha sonra hortumlanacak olan bankaların yönetim kuruluna getirilen “rütbeliler” cümleten oradaydı. Sonuçta, halkın iradesine silahsız ve ordunun yönetime doğrudan el koymadığı bir darbe yapıldı, binlerce kadının hayatı tam ortadan kırıldı, toplumsal açıdan “sorunlu” bireyler yetiştirildi, 28 Şubat’a destek verenler ve sürecin mağduru olanlar şeklinde iki aşırı kutuplaşmış kesim oluştu, tanıdık geldiği üzere hukuki değil siyasi davalar nedeniyle çok sayıda insan hapis cezası aldı. Ve sonuçta bunlar 1997 yılında olup bitmedi, 2007’ye kadar benzer durumlar yaşandı, her ne kadar 2002’de AK Parti iktidara gelmiş olsa da 28 Şubat artığı Cumhuriyet Mitingleri, kapatma davaları falan devam etti. Belirtmek gerekir ki bu eylemler, bugün her hatanın sebebi olarak gösterilen AK Parti’yi destekleyen kesimin daha fazla desteklemesinde, bugün eleştirilen tarikat ve cemaatlerin, kendilerine taraftar toplamak için “bakın iktidardayız ama yine de gücümüz yok” diyerek halkı kendilerine yönelmeleri için ikna etmesinde etkili oldu.

Yani 28 Şubat, en başta en ağır biçimde başörtülü kadınları hedef aldı ama aynı zamanda silahsız/kansız olduğu için, ordu yönetime doğrudan el koymayıp gölge bir hükümet ile yönetimi şekillendirdiği için post-modern darbe olarak ifade edildi lakin sonuçta 28 Şubat bir darbeydi, bedelini demokrasi, laiklik, hukuk, ekonomi, toplumsal huzurdan ödün vererek tüm Türkiye ödedi. Ve bugün bu darbede hukukun verdiği karar neticesinde etkisi olduğu söylenen kişiler “affedildi.”

Hiçbir nedamet duymadan, hiçbir özür dilemeden affedildiler üstelik darbekendisine, kendi kesimlerine yapılan Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir yasal yetkisi var, affedebilir. Peki ya kamuoyu vicdanı ne olacak, yine mi adaleti ahirete tevdi etmekle teselli olunacak?

Bakın, 28 Şubat'tan hüküm giyen emekli Orgeneral Çetin Doğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın af kararının ardından tahliye edilince ne söyledi?

“Bizim için aftan bahsediliyor. Böyle bir şey söz konusu değil. Cumhurbaşkanı Anayasal görevi yerine getirmiştir.” Neyse kendisine uzatılan mikrofona “aklım yapamadıklarımda” dememiş olması da bir lütuf.

Bu arada, pek merak eden olduğunu zannetmiyorum ama yine de 28 Şubatçılarca doğrudan hayatları karartılan ve iktidarın 28 Şubat 1997’den bu yana tam olarak 27 yıldır laikler ve dindarlar arası kavga nedeniyle ekmeğini yediği, siyasi araç olarak kullandığı başörtülü kadınlara ne olduğunu anlatayım;

İktidara eklemlenip cefasını ve sefasını sırasında sefasını sürenler, sefasından vazgeçmediği için ne ülkedeki problemleri umursadı ne de 28 Şubatçıların salıverilmesine tek bir laf edebildi. Bu sırada iktidara eklemlenmeyip, iktidarı hakka ve sabra davet edilenler, “hain, yemin az geldi” şeklinde hakaretlere maruz bırakılmakla kalmadı, kendilerine “pü suratına, senin için 28 Şubat’ta jop yedim, aç başını aç” şeklinde sözlü saldırılara uğradılar. Dinin siyasileştirilmesinin de bir sonucu olarak din ile arasına mesafe koyup başörtüsünü çıkaranlar aldıkları kararlar nedeniyle itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Tabi bunlar sosyal medya enstantaneleri… Asıl perde arkasında kalanları yazayım, eğitim ve çalışma hayatları bitirilen binlerce kadın, bugün laik çevrelerin sabahtan akşama kadar eleştirdiği erken yaşta evliliğin,dolayısıyla verilmiş yanlış evlilik kararlarının, çalışması ve okuması mümkün olmadığı için tarikat yurtlarının, cemaat evlerinin kucaklarına itildiler. Hani her gün dile getiriyorsunuz ya; ayaklarının üzerinde dur! Ayaklarını kırdınız, nasıl dursunlar?

Şimdi CHP’den kadın derneklerine kadar ve hatta kadın hakları derneklerine kadar geniş bir kesim 28 Şubatçıların affına seviniyor, sevinin de en azından içinizden birkaç tanesi çıkıp da 28 Şubat’la ilgili yazdıklarımdan bin misli fazlasını yaşayan kadınlardan bir özür dileyin.Baribir helallik isteyin zaten kendilerine sorulmadan haklarını almaları ahirete bırakıldı, ellerinde yaşanmamış en güzel gençlik yılları kaldı, bir taneniz de şu kadınları anın bari, darbeyi yapmadılar, darbeden mağdur oldular. Başlarını gözyaşları, ruh sancıları içinde açmaya ikna oldukları halde bile İmam Hatip Liseli, meslek liseli olanlarının onlarca puanı kırıldı, geleceklerini yaktınız, bir özür dileyin bari? Cumhurbaşkanı sizi affetti diye zarar verdikleriniz de affetti anlamına gelmiyor, zarar verdikleriniz nedeniyle hiç mi vicdani bir mesuliyet duymuyorsunuz? Hiç mi?

Hülasa; Türkiye’de kimin eli cebinde, kasa kimin elinde alışkın olduğumuz üzere bilmiyoruz ancak kasanın her zaman olduğu gibi kazandığını görüyoruz. Sadece bu kez bu kazançtan yana olmasa da kasadan yana eskisine oranla daha fazla bir endişeli olma durumu var. 28 Şubat bir çeşit darbeydi, müsebbiplerinin tümü adil biçimde yargılanmadı, bu durum böyle olmakla birliktetüm ordu, “darbeci” değildi. Emin olun laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, ülkenin bölünmemesi gibi konularda samimiyetle davranan, yetkisi dışına çıksa dahi günün sonunda “devlet adamlığından, rütbelilikten” haberi olan, ülkenin sigortası dahi olabilecek askerlerin olduğu bir gerçek. Ve kasa kendilerine doğrudan teslim edilmemeli ancak teslim aldıklarındakasanın açık vermeyeceğinden yana kısmen de olsa emin olmak mümkün. Lakin, kasanın kime teslim edildiğini bilmiyor olmaktan yana 28 Şubat’tan daha fazla endişe var. Ve bu endişeden iktidar, milliyetçiler, klasik ulusalcılar pek nasiplenmiş gibi görünmüyor ve hatta memnunlar gibi…Ama ya dindarlar, İslamcılar, lanetlenmiş DEAŞ, Kürtleri katlettiği için Türkiye’de DEAŞ’ın muhtemelen tekfir edeceği Hüda-Par’lıları doğramaya kalkan “gerizekalılar”, ülkenin geleceğinden endişe etmesi gerekenlaikler, demokratlar, solcular, liberaller, devletçiler, hukukçular hiç mi rahatsızlık duymuyor ve her zaman kazanacağı bilindiği için bir miktar teskin olunan kasanın kimin elinde olduğunu merak etmiyor?