Geçtiğimiz aylarda Kaliforniya’nın Central Valley bölgesinde yükselen devasa bir toz fırtınası gerçek anlamda ‘tozu dumana kattı’. Bu toz fırtınasında ağaçlar devrildi, göz gözü görmez oldu, hayat durdu. Bir kent güpegündüz kâbus yaşadı…Bu toz fırtınası o kadar şiddetli geçmişti ki Kaliforniyalı küçük çocuklar bu fırtınayı ‘büyük devler şehre indi’ şeklinde anlatıyordu….

Kaliforniya’nın Central Valley bölgesinde, uzun süreli kuraklık sonucu toprak nemini kaybetmiş; ani, kısa süreli yağışlar da suyun yüzeyde birikmesine yol açarak erozyon riskini artırmıştı. Ardından esen anormal güçlü rüzgarlar, gevşek toprak partiküllerini atmosferde yoğunlaştırarak görüşü neredeyse sıfıra indiren dev toz bulutlarına neden oldu. Haboob olarak da anılan bu toz fırtınasının bu kadar şiddetli geçmesi doğa olaylarının artık alışagelmiş şekilde seyretmediğini gösteriyor

ABD Ulusal Hava Durumu Servisi’nin verilerine göre toz ve kum fırtınaları geçen on seneye kıyasla neredeyse iki katına çıktı. Toz fırtınalarının bu kadar sıklaşması son zamanlarda Çin’in kuzey bölgelerinde hatta Avusturalya’da bile gözlemleniyor. Bu bölgelerdeki sonuçlar da daha çok solunum yollarını etkileyen enfeksiyon benzeri hastalıkların ortaya çıkışı olarak görülüyor.

Özellikle Kaliforniya’daki toz fırtınaları; toprak, su, ürün rotasyonu gibi değişkenler göz ardı edilerek oluşturulan agresif tarım politikalarının ürünü. Fırtınanın ardından ne kalıyor derseniz: verimsiz toprak, solunamaz bir hava ve terk edilmek zorunda kalınan evler…

Bu türden felaketlerin hemen ardından göç dalgaları oluşması kaçınılmaz. Ama iklim eksenli oluşan göçler diğer göç türlerine oranla daha ender görülür çünkü bu ‘göçmenler’ belli baskı ortamından kaçmazlar. Daha çok ekonomik temellidir bu göç.

Kaliforniya’daki toz fırtınasının ardından, özellikle tarımla geçinen küçük aileler, verimsizleşen topraklar ve artan sağlık sorunları nedeniyle yaşadıkları bölgeden ayrılmak zorunda kaldılar. Küçük kasabalardan şehir merkezlerine göç eden bu topluluklar, yeni yaşam alanlarında iş ve barınma sorunlarıyla karşı karşıya kaldılar. Bu durum hem göç veren hem de göç alan bölgelerde önemli sosyal ve ekonomik dönüşümlere neden oluyor.

Daha önceki bir yazımda da belirttiğim üzere Türkiye’de sebepleri de sonuçları da epey tartışmalı olan bir iklim kanunu kabul edildi. Bunun iklim ve tarım politikaları açısından oldukça önemli olduğu su götürmez bir gerçek. Çünkü mesele kanun yapmak veya bu yapılan kanunun da idare tarafından uygulaması gibi teknik bir konu değil. Çevresel, sosyal, ekonomik gibi yeni reformları getiriyor.

Türkiye’de özellikle Güneydoğu Anadolu ve Konya Ovası, hızla çölleşiyor. Şunu biliyoruz ki özellikle Konya ovası Türkiye’deki tarımın bel kemiğini oluşturuyor. Bir süreden beridir yer altı sularının aşırı çekilmesi ve kuraklık nedeniyle Konya Ovası’ndan eski verim elde edilemiyor. Obruk oluştuğuna dair haberler de oldukça fazla. Buradaki obruklar iklim krizinin sembolik unsuru haline geldi…

İklim göçü, mevcut uluslararası mülteci hukuku kapsamında tam anlamıyla tanınmayan bir göç türüdür. Bu nedenle, iklim değişikliği nedeniyle yer değiştiren bireyler, çoğunlukla yasal koruma ve destekten yoksun kalıyor. Hem Kaliforniya’da hem de Türkiye’de bu durum aynı. Mevcut sosyal bir statüye sahip olamıyorlar.

İklim krizi, sınır tanımıyor. Kum fırtınaları Kaliforniya’da başlıyor, ama etkisi İstanbul’un göç alan mahallelerinde dahi hissediliyor. Dünya birbirine bu kadar bağlıyken, çözümü de tek kapıda aramamak gerekir. Bu arayışlar da yerelden küresele eşgüdümlü bir koordinasyonla sağlanabilir.