Hangi AK Parti, Hangi CHP sorusunu diğer partiler içinde sorabilirsiniz: Hangi MHP, hangi HDP? Kimse afra tafra satmasın, İmamoğlunu al AK Parti’ye monte et, bugünkü Kültür Bakanını al CHP’ye monte et sorun yaşamazsınız. Teşkilatlarda, belediyelerde öyle isimler var ki, kimi konduğu kabın şeklini alıyor, o çevrenin rengine bürünüyor, kimi zaten bulunduğu mahallenin yabancısı. Kimi binbir surat, kimi majestelerinin dalkavuğu.

Uçum’u al CHP’ye monte et ne değişir. “AK Parti özünden koparılmak isteniyor” değil, özü sulandırılmadı mı biraz AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler ve AKP’nin Papatyaları tarafından? Herkes “kendim ettim, kendim buldum” şarkısını söylesin koro şeklinde siyaset pazarında. Öyle ya “Ben yolumu kaybettim, yolların günahı ne?”

Yahu, “uluslararası sistem” düğmeye bastığında “AK Parti ile CHP, MHP ile HDP arasında fark kalmıyor, İstanbul sözleşmesi, tıpkı ilk o tek parti döneminde olduğu gibi, tercüme yasa şeklinde meclise getirilip, standart gerekçelerle  tercüme yanlışları ile mecliste okunup, doğrudan, yeteri kadar müzakere bile edilmeden oy birliği ile kabul ediliyorsa burada bir sorun yok mu sizce?

O parti genel başkanı dediğiniz herifler genellikle, partinin sadece genel başkanı değil, lideri derken, “malın sahibi”, partisi liderin mülkü, orası onun tapulu malı, partinin ideoloğu, daha doğrusu her şeyi.. Partinin “Tek Adamı”, Ulu önderi (Führer)’i, baş öğretmenidir. “Ebedi şef”idirler. Kongrede dev Türk bayrağının yanında bir yanda dev bir parti bayrağı, öte yanda aynı büyüklükte genel başkanın dev bir resmi. resmi dairelerde de bu ikonografiyi görebilirsiniz. Birinin akıllarına gelse, “Atatürk köşesi” gibi bir de “Genel başkan köşesi” yaparlar.

Andımız kalktı ya, aslında her parti kendi lideri için benzer sloganları söylüyor: Partilerinin neferleri olarak, liderlerinin "açtığı yolda, gösterdiği hedefe, hiç durmadan yürüyeceklerine ant içerler…" Dini liderse, cennette gelecek vadeder, siyasi liderse yeryüzünde bir cennet vadeder, “Tanrım beni baştan yarat” diyenlere kaderlerini değiştirmekten söz eder, gelecekten kaygı duyanlara ebed vadeder, geçmişle sorunu olanlara ezele ilişki bir tarih uydurur.

Onlarla yüs’eldirler. Yanılmazlar, her işlerinde bir hikmet aranır, taç giydirilen akılsız başa, derin devletin kutsal aklı dolar!? Unuttukları bir şey var; Peygamberler, Hz. İbrahimden Hz. İsa’ya 1000 yıl bu İlahlık ve Rablik taslayan devlet aklı ile savaştı. Ve bugün de aynı savaş devam ediyor, “yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat vadeden GlobalResetçi İlah’lık ve Rablik taslayan, din ve devlet adamları ile.

Sahi birileri o “İstanbul sözleşmesi”ni, o Lanzarote’yi nasıl imzaladı? Kuzey Atlantik rüzgarlarının sağı-solu, liberalini, dincisini nasıl dönüştürdüğünü görmediniz mi? Artık yeşil kemalizmimiz de var, yeşil liberalizmimiz de, yeşil feministlerimiz de var.

Kılıçdaroğlu da, Zabsu da, Uçum da, Paker de, Kavala da TESEV’ci. Paker’e daha yüzlerce sağcı-solcu Soros’un sofrasında cem olabiliyor. Öyle ya, Soros’çu arıyorsanız, Fethullah Gülen'i öven Can Paker Cumhurbaşkanı danışmanı orada. Paker 2002 Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Danışma Kurulu Başkanı oldu. Robert Kolej Mütevelli Heyeti, Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti, ENKA Okulları Danışma Kurulu üyeliği gibi görevler üstlendi. Ayrıca George Soros tarafından kurulan Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Danışma Kurulu üyeleri arasında yer aldı. Hal böyle iken Kavala niye günah keçisi yapıldı ki!

Bülent Arınç, bir gazete haberine göre “iktidarın insanları 'Sorosçu' diye hedef göstermesini eleştirerek ‘2002'de biz de Soros'un vakfının araştırmalarını kullanırdık’ diyor”. Öyle ya, ayrımız gayrımız mı vardı! Ne istediler de vermedik ki! 2013’deki 63 kişilik Doğu Anadolu bölgesi akil adamlar heyetinin başında Can Paker vardı. Uçum da orada idi. Sahi aslında biyografisine bakarsanız Uçum CHP’ye daha çok yakışır. Zaten “Dostumuz Paker” de bir dönem Baykal’ın danışmanı değil miydi? Ah şu “Kuzey Atlantik rüzgarları”, nasıl da her şeyi değiştiriyor. Davos rüzgarları da öyle. “Chatham Hause” esintileri de! Kimi RANT’dan alır ilhamı, kimi Strafor’dan. Hele de “Yeşil” dolarları görünce kırmızı, mor, siyah, kahve renkli gözler yeşil yeşil bakmaya başlar. Zaman oldu, Missouri İstanbula gelince CHP’lilerin aklına Demokrasi düştü. Ve Dörtlü Takrir gündeme geldi. 7 Haziran 1945'te CHP'li Alliance İsrailiete mezunu, kod adı “Galib Hoca” olan Celâl Bayar, DP’nin bugünkü moda tabiri ile “arka yüzü”, “ekran yüzü” Adnan Menderes ve “işçi arı”lar, partinin ara yüzü Refik Koraltan, Fuat Köprülü'nün meclis grubunda açık olarak görüşülmek üzere verdiği karar tasarısı ile Türkiye’de “Demokrasi rüzgarları” esmeye başladı. Artık Türkiye “Küçük Amerika” olacaktı. ABD’de “Demokrat Parti” ve “Cumhuriyetçi Parti” var. Bizde tek partiden tevarüs ettiğimiz “Cumhuriyet (…) Partisi” vardı. DP iktidar olacağına göre, bu da zaman içinde çözülür diye düşünülmüş olsa da, 60 darbesi ile bu konu çözümsüz kaldı ve hala bugün de çözülmüş değil. DP’nin iktidara gelmesi ile “Batıya kalkan tren”de yola çıkacaktı. Artı Türkiye İsrail’i tanıyan ilk ülkelerden biri olacaktı. Ben Gurion da ilk dış seyahatlerinden birini Ankara’ya gerçekleştirecekti.

Bu konuda ABD Donanmasına bağlı USS Missouri Zırhlısı'nın 5 Nisan 1946-9 Nisan 1946 tarihleri arasında İstanbul'a yaptığı ziyaret önemlidir. ABD’den askeri bir gemi ile Demokrasi ithal ettik. Sonra da ABD’nin “ucuz askeri” olacaktık zaten.

CHP’nin son kullanma tarihinin sonuna gelinmişti. Bayar, 1 Aralık 1945'te parti kuracaklarını açıkladı. Siyaset “baldırıçıplak ahali”ye bırakılamayacak kadar ciddi işti (!?). İnönü tarafından Çankaya Köşkü'ne çağrılan Bayar, rejimin onayı aldı ve hemen ardından 7 Ocak 1946 günü Demokrat Parti (DP) kuruldu.

O günlerden bu günlere gelene kadar neler yaşadı bu ülke. 1990'da Gaziantep belediye başkanı, CHP geleneğinden gelen Celal Doğan (1989-2004) o zamanın parasıyla 10 milyar liraya yaptırdıkları genelevi kurbanlarla tekbir getirerek açtı. Tabi bu büyük hizmeti (!?) yapabilmek için önce bir şişe rakıyı kafaya dikmek gerekiyor. (yanında tuzlu leblebi). O zaman Yunan’la kardeş olduğunuzu bile anlayabilirsiniz!

Bugün geldik İstanbul sözleşmesi ise “toplumsal cinsiyet” maskesi ile “Biyolojik cinsiyet”i inkar ederek kimliklerimize birileri GENDER yazdılar. LGBT+’a pozitif ayırımcılık yasası çıkarttılar. Bu işe bilerek destek verenler aile ocağına ateş düşürdükleri için bu zihniyet sahiplerinin zihniyet ikizleri oldular bir bakıma. Eğer birileri bilmeden, başlarındakilere güvenip bu zulme ortak oldularsa cahillik etmişlerdir. Şunu iyi bilin ki Allah cahiller ve zalimler topluluğuna yardım etmez. Bu sözleşme söz konusu olunca, TBMM de bu sözleşme ve daha sonra çıkan yasa müzakereleri sırasında ve oylamasında  AK Parti ve CHP, MHP ile HDP arasında söz ve eylem olarak hiçbir fark göremiyorsunuz.

AK Parti ya da CHP ve grubu olan partilerin hemen hemen hiç biri ne GreatReset’ten, ne HABAT’da, ne AGARTHA’dan, ne Trans Humanizm’den, ne 5G’den, Chemistrail’den söz ettiklerini duyamazsınız…

(En’am 123) de; “İşte böyle, her memlekette günahkârları oranın ileri gelenleri kıldık ki oralarda hilekârlık etsinler. Hâlbuki onlar hilekârlığı ancak kendilerine yaparlar. Ama farkında olmuyorlar”der Allah (cc). Mevdudi bu ayeti şöyle tefsir eder: “Allah böylece insanları kötüler ve kötülüklerle imtihan eder ki imanda, hak ve hayır yolunda sebat edenler de inanç zafiyetinden ötürü kötülüğe teslim olanlar da belli olsun. Aslında hakka karşı tuzak kurmaya kalkışanlar, farkında olmadan, ancak kendilerine tuzak kurmuş olur, kendi ruhlarını ve ebedî hayatlarını tahrip ederler.  Önemli kimseler olduklarına inanmaları onları az veya çok eleştiriye kapalı hale getirdiğinden, “önde gelenler”, kural olarak, kendi davranışlarının ahlakî yönlerini sorgulamakta diğer insanlardan daha az istekli olurlar; ve bunun sonucu olarak kendilerini daima haklı görmeleri, onları çoğu zaman büyük hatalar yapmaya sevk eder”. Siyasilere ve bürokratlara duyurulur. Tebliğ ettim mi? Selam ve dua ile.