Çok değil, birkaç yıl sonra dizlerimizi döverek “Ne oldu bizim gençliğimize?” diye soracağız

Bugün ders zili çalacak. Çocuklarımız yeni defterlerini açacak, öğretmenler sınıflara girecek, veliler umutla ve kaygıyla evlatlarını okula uğurlayacak. Ama aklımızda şu soru asılı kalacak: Hangi ders? Hangi hakikat? Çocuklarımızı hangi geleceğe hazırlayan, hangi vicdanla yazılmış ders?

Çünkü sokaklardan öğreniyorlar, dizilerden kapıyorlar, gündüz kuşağı rezillikleriyle besleniyorlar. Yıllardır yamalı bohça hâline gelmiş bir eğitim sisteminin çarkları arasında yorulup tükeniyorlar. Ezberleyen ama düşünemeyen, taklit eden ama üretemeyen, kalabalıkların ortasında yalnız bir gençlik çıkıyor ortaya. Tas kafalı bir gençlik…

Ve biz hâlâ susuyoruz. Ve biz hâlâ seyrediyoruz.

Çok değil, birkaç yıl sonra dizlerimizi döverek “Ne oldu bizim gençliğimize?” diye soracağız. Oysa cevabını en başından biliyoruz. Çünkü onları biz kurban ettik. Televizyon ekranlarına, ucube müfredata, köhne bir eğitim anlayışına biz teslim ettik. Geleceklerini ellerinden biz çaldık.

Ama hâlâ ders almıyoruz. Hâlâ kendimizi kandırıyoruz. Her yeni eğitim yılında aynı yalana sığınıyoruz: “Bu yıl daha iyi olacak.” Hayır, olmayacak! Daha iyi olmayacak. Çünkü biz kafamızı kumdan kaldırmadıkça, çocuklarımızı gerçekten eğitmek yerine sistemin çarklarına atmaya devam ettikçe hiçbir şey değişmeyecek.

Bugün okullar açılıyor, evet. Ama aslında bugün, geleceğimizin kapısı biraz daha kapanıyor. Ve biz, kapanan o kapının gıcırtısını bile duymayacak kadar kör ve sağır yaşıyoruz.