Türkiye’de ortaya çıkan ırkçılıktan bahsediliyor ancak ülkede ortaya çıkan bir ırkçılık yok var olan yerleşik ırkçılığın yükselişi ve gözümüze girişi var.

Irkçılığı, seküler milliyetçiliğin yükselişine bu yükselişi de artan mülteci sayısına bağlayanlar var. El hak doğrudur çünkü eğer ırkçılık gibi bir tohumunuz varsa ülkenize gelen yabancı uyruklu/siyah öğrenciler, mülteci Araplar bir şekilde ırkçılığı yükseltir. Ortaya çıkarmaz çünkü bu durum hali hazırda var olanın yükselişidir. Neden bu kadar iddialı konuşuyorum; zira ülkeye yabancı öğrenciler, mülteciler gelmeden önce de aynı filmi görmüştük:

“Ne mutlu Türk’üm diyene!

Burası Türkiye Cumhuriyeti, burada Türkçe konuşacaksınız.

Araplar bizi sırtımızdan vurdu.

Kürt diye bir millet yok; kart kurt kürt var.” vesaire vesaire…

Ancak bu yabancı düşmanlığı sadece ırka dayalı da değil, malum bir prototip belirlenmiş, ideal olan o, onun dışına çıkan herkes “öteki”. Misal, laik/seküler olmak zorundasınız, malum dindar falansanız yabancı görülüp bir çeşit ırkçılık olan İslamofobizm ile hayatınızın bir döneminde en az bir kez karşılaşabilirsiniz, belki birden çok kez.

Şimdi bu birkaç cümleden yola çıkarak tüm ülkeyi ırkçı ilan edemeyiz ancak bu üç beş cümlenin de sadece üç beş cümle değil bir asra yayılmış, eğitim sisteminden toplum mühendisliğine ve hatta siyasi temsile kadar her alanda uygulanmış olduğunu düşünürseniz elbette bu birkaç cümle olarak kalmaz bir rejim inşası olur. Şu an karşımızda olan gibi…

Eğer temelde bu bahsedilenler bu kadar sistematik ve uzun süreli olmasaydı, bugün ülkenin yarısı yabancı dilde tabelalarla donatılmışken Arapça tabelalara karşı Don Kişot konumu alınmaz ana muhalefet lideri Özgür Özel, “insanların değerlerine savaş açmayın” açıklaması yapmak zorunda kalmazdı.

Ancak burada ırkçılığın içinde kompleksin de barındığı bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü ülkede ırkçılık ve kompleksin girift ve tutarsız bir ilişkisi var. Şöyle ki; ülkede İngilizce biliyor olmak bir meziyettir. Ülkenin yarısı İngilizce tabelalarla donatılmışken bu durumdan hiç rahatsız olmayanlar araya serpilmiş birkaç Arapça tabela görünce vatanı, milleti ve hatta Türk dilini kurtarma gereği duyar. Eğer ırkçıysanız Arapça, Kürtçe kadar İngilizce de sizi rahatsız etmeli değil mi? Araplar, Kürtler kadar İngilizlere de mesafeli olmanız gerekir, öyle değil mi? Öyle değil işte…

Çünkü…

Irkçılıklarını makul göstermek için Arapların kendilerini sırtlarından vurduklarını iddia edenler, yani “biz ırkçı değiliz bu Araplar hain” demeye getirenler, Şeyh Said’e “İngiliz ajanı” diyenler, eğer ihanete tepkili olsaydı o bahsettikleri Araplarla, Şeyh Said ile “birlikte hareket eden”, bir dönem İstanbul’u işgal etmiş İngilizlere de tepkili olurlardı. Var mı böyle bir tepki var mı İngilizce tabela alerjisi? Yok, çünkü mesele ihanet değil, kompleks.

Akıllarında geri kalmış, elleriyle pilav yiyen, birden fazla kadınla evlenen bedevilerden oluştuğunu zannettikleri Araplar var ve sarışın mavi gözlü bir Batılı kendilerini Ortadoğulu olarak görecek diye ödleri patlıyor, tüm kompleksleri devreye giriyor ve Soğuk Savaş artığı, Filistin’deki katliamlara yönelik tepki olmasa kimsenin umurunda olmayacak Eurovision’da bile çocukların öldürülmesine tepki veremiyorlar.

Dünyada İsrail’e destek vermekten bile utanmayan ciddi bir kesim var ve belirttiğim gibi bunlar, İsrail’i desteklemekten utanmıyor ama “bizimkiler”, Filistin, Gazze demekten utanıyor.

Hayır.

Duyarsız değiller.

Ağaç, kedi, köpek… benim de şahsen hassasiyet gösterdiğim hassasiyetleri var yani incelikliler ama binlerce çocuk öldürülünce sırf o çocuklar Arap diye Müslüman diye Ortadoğulu diye tek kelime edemiyorlar.

Yok, siyasete bulaşmak istemedikleri için de değil, Gezi döneminde nasıl siyasileşebildiklerini gördük.

O zaman ne?

Kompleks.

İçine ırkçılık kaçmış bir kompleks.

Kendilerinden utandıkları için Batı’ya hayran hayran bakıyor, bu utancın sızısı azalsın diye Türk kimliğine, Türk ırkına, Türk diline vurgu yapıyorlar. Ama yine de bunlar yetmiyor iyi hissetmek ya da kendileriyle barışmak için biraz da siyah, esmer insanlar görüp o insanları, o insanların dillerini, dinlerini bir güzel ezmeleri gerekiyor ki rahatlasınlar ama yine de gerektiği kadar iyi hissedemiyorlar. Ve sanki hiç sorun yokmuş, keyifler şelaleymiş gibi göstermek için  de şarkılar söylemeye başlıyorlar:

“Everyway that I can 

I'll try to make you love me again”

Ama unutuyorlar; sen kendini sevmedikçe kimse seni sevmeyecek ve kendini sevmenin binlerce yolu var ve bunlardan hiçbirisi bir başka milletin ırkından, dilinden, dininden nefret etmek, tabelasını sökmek, öldürülmüş çocuklarını görmemezlikten gelmek değil.