Yerel seçimlerde ülkenin AK Parti sarısını bırakıp CHP kırmızısına boyanmasının nedenlerinden biri de başörtüsüne takmış, ulusalcı reflekslerle donanmış, dinden ve dahi halktan oldukça uzak kalmaya özen gösteren bir CHP yerine halka inen, toplumun manevi değerleriyle çatışmayan bir CHP modelinin ortaya çıkışıydı.

Yerel seçimlerde ülkenin AK Parti sarısını bırakıp CHP kırmızına boyanmasının nedenlerinden biri de AK Parti’nin hem maddi hem de manevi olarak halktan kopmasıydı. Maldivler tatili, ıstakoz meselesi gibi olaylar da zaten bunun göstergesiydi.

Geçtiğimiz haftalarda yine bu köşede kutuplaştırma siyasetinin sonuna gelindiğini, iktidarın kutuplaşma icraatını kaybetmesinin oylarına doğrudan etki edeceğini yazmıştım. Nihayetinde dinle arasına mesafe koymayan, dindarı hedef almayan bir muhalefet ortaya çıkınca iktidar ve destekçilerinin en önemli cephelerinden biri kapandı. Ve yeni bir öteki’ye ihtiyaç doğdu. Öyle ya cami yıkmayan restore eden ve hatta camiye giden CHP’lileri gösterip de “biz gidersek bunlar gelir yine başörtüsü yasaklanır” diyebileceğiniz bir durum olamaz. Şu durumda aranan kan zaten var olan raftan çıkarıldı. CHP, yerli ve milli olmayan ve hatta “ulusal güvenlik sorunu” olan bir pozisyona sokulmaya çalışıldı, teröristlerle iş birliği yapmakla itham edildi. Neyse ki DEM Parti kendi adaylarıyla seçime girdi de bu ithamların bir miktar önüne geçildi. Ancak bu da yeterli gelmedi…

Siyasal iletişimci Evren Barış Yavuz X hesabında, Türkiye’nin ilk yerli ve milli S/İHA’larını yapan BAY-KAR Teknolojinin sahipleri, Selçuk Bayraktar ve Haluk Bayraktar’ın Filistin ile ilgili eylemdeki fotoğraflarını ekleyerek “Jet yakıtı satmışlar” yazınca Haluk Bey, sert bir şekilde Ekrem İmamoğlu’nu hedef alan bir açıklama yaptı. Bunun üzerine Yavuz da “yanlış fotoğraf seçimi yaptığını” belirtti ve Ekrem İmamoğlu ile birlikte çalışmadıklarını belirtti. Ancak bu tip tepkilerin yükselmesini engelleyemedi. İnsan şu durumda İsrail’e yakıt satmadıysa ve bununla itham ediliyorsa öfkelenebilir, haklıdır. Ancak olayın faili İmamoğlu değilken kendisini hedef almak pek isabetli olmasa gerek. Ve maalesef mesele bununla da sınırlı kalmadı ve CHP, İmamoğlu “yerli ve milli olan her şeye karşı oldukları” ithamına haksız yere maruz kalmaktan kurtulamadılar. Bu durumda sanki biraz öteki arama merakının etkisi yok mu sizce, zira normalleşen bir CHP, en büyük zararı iktidara veriyorken, iktidarla arasındaki cephelerden kazançla çıkıyorken sanki CHP’ye bir takım aşırı çıkışlar ile yeni cepheler mi açılmak isteniyor?

Kent lokantalarından rahatsız olmak

Ülkeyi uzun yıllar AK Parti sarısına boyayan nedenlerden biri de AK Parti iktidarı ile ülkede refah seviyesinin artmasıydı. Sn. Erdoğan’ın halka hizmete başladığı yer bilindiği üzere belediye başkanlığıydı. Bu minvalde İBB tesisleri hemen hemen her semte açılıp halka, her seviyeden vatandaşa lezzetli ve uygun fiyatlı hizmet vermeye başlanmıştı, yani öğrenci de, orta ve alt gelir seviyesine sahip kişiler de Boğaz’ın kıyısında keyifle yemeğini, tatlısını yiyebiliyor çayını içebiliyordu. Ancak bayram tatilinde özellikle tatil yerlerinden paylaşılan 10 bin, 20 bin lirayı bulan adisyonlarda da gördüğümüz gibi dışarıda yemek yemek artık lüks. Dışarıda yemek yemenin lüks hale gelmiş olması Ege ve Akdeniz kıyılarıyla sınırlı değil; öğrenci yemeği de diyebileceğimiz, dünyanın en ucuz beslenme şekli fastfood menü fiyatları bırakın büyükşehirleri, tatil beldelerini Anadolu’da dahi 180-200 liradan başlıyor yani oldukça pahalı. Bu duruma mukabil İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da kent lokantaları girişimiyle halka uygun fiyatlı restoran hizmeti vermeye başladı. Herkesin oldukça memnun olduğu bir hizmet.

Kent lokantaları, ülkede yüksek enflasyonun da etkisiyle İstanbul ile sınırlı kalmayacak duruma da geldi, peş peşe CHP’li belediyeler kent lokantası hizmeti vereceklerini belirttiler. Garip biçimde ilk tepki iktidara yakın hesaplardan geldi; vatandaş uygun fiyatlı yemek yerse esnaf zarar edermiş. Ha gayret, biraz daha ittirirlerse eski CHP’ye yakın aklın “halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor” şeklindeki efsane başlığa da varacak kadar halktan uzaklaşacaklar.

Nitekim iktidar, yıllarca çoğu kez haklı yere eleştirdiği CHP’yi halktan kopuk olmakla, halka hizmet vermemekle, dine karşı olmakla eleştiriyordu. Artık o CHP yok, bu CHP ise kontrolcü laik, halka tepeden bakan CHP değil ama yine eleştiriyor. Yani CHP normalleşse suç, normalleşmese suç.

Birçok olumsuz durumu örtmek için kullanılan ve işe de yarayan “ama CHP” söyleminin artık pek bir karşılığı yok. Yıllarca normalleşme çağrısı yapılan CHP normalleşince “ama CHP” söylemi boşa düşünce iktidar da boşluğa düştü ve bu da pek hoş karşılanmadı sanki. Aksi olsa, şarkı söyleyen CHP’li belediye başkanlarının söylediği şarkının üzerine bir ilahi montajlayarak paylaşıp ardından da normalleşen CHP’yi “takiye yapıyorlar” diyerek eleştirmezlerdi değil mi?

Elbette muhalefet etmekle haksızlık etmek arasındaki farkı ayıramamak iktidar çevreleriyle sınırlı değil, muhalefetin de aynı yanlış hasleti var. Bunu Sancaktepe olayında gördük.

Ne olmuştu?

AK Parti’den CHP’ye geçen Sancaktepe Belediyesi ile ilgili belediyede çok lüks imkanlar olduğu, jakuzi dahi olduğu ithamında bulunulmuştu. Hatta AK Partili Belediye Başkanı Şeyma Döğücü, iftira olan jakuzi üzerinden çok çirkin ifadeler kullanılarak rahatsız edilmişti. Kısa süre sonra olayın gerçek olmadığı ortaya çıktı.

Ülkede yoksulluk artarken iktidar çevrelerinin lüks yaşamı halk tarafından zaten seçim sonuçlarında görüldüğü gibi tepkiyle karşılandı. İktidardan özeleştiri beklerken ıstakoz meselesi ve Maldivler tatili ortaya çıkınca seçimde sessizce verilen tepki, sesli bir hale döndü. Yani diyeceğim şu; jakuzi meselesi gibi uydurma öykülere gerek yok, eleştirdiğiniz şeye dönüşmenin gereği de… bu nedenle CHP çevrelerinin bundan sonra yapması gereken şeffaf ve dürüst bir siyaset olmalıdır zira kendisine teveccüh gösteren seçmenine ödemesi gereken ilk borç budur çünkü o seçmen aksi olan bir yoldan dönüp kendilerine geldi, aynı yolları yeniden yürümek isteyeceğini hiç mi hiç sanmıyorum.

Not: Istakoz ve Maldivler konusuyla ilgili isim vermeme nedenim, iktidarın lüks tercihinin bu iki isimle sınırlı olmaması. Yani -teşbihte hata olmaz- vurun kahpeye mantığı öncelikle adil değil, sonrasında sadece bu iki ismin konuşulması ile tüm lükslerle ilgili özeleştiri yapılmış olmuyor zaten iktidarın da bir an önce -mış gibi yapmayı bırakması gerekmiyor mu?