İbrahim soyunduğu anda televizyonlar, gazeteler, reklamcılar ona saldırır. Çünkü sistem, deli gördüğü adamı palyaçoya çevirmekte ustadır.

“Soyunmak bazen çıplak kalmak değil, görünür olmaktır.”

1985 yılında Başar Sabuncu’nun yönettiği ve Şener Şen’in İbrahim karakterine hayat verdiği Çıplak Vatandaş, yalnızca dönemin ekonomik krizini değil, sistemin vatandaşa reva gördüğü sessiz, derin ve sürekli çıplaklaştırma hâlini anlatır. Filmin başlangıcında başroldeki İbrahim, bir devlet memurudur. Elinde kalem, yüzünde alın teri. Sessizce geçinmeye, ayakta kalmaya çalışan o milyonlardan biridir. Ama bu filmde o milyonlardan sadece biri görünür olur. Çünkü diğerleri sesini çıkarmadan sistemin “görünmeyen kayıpları” olurken, o görünür olmanın tek yolu olarak soyunmayı seçer. Aslında bu bir seçimden öte bir isyandır. Sistemin soyup soğana çevirdiği bir sınıfın görsel olarak resmedilmesidir belki de.

İbrahim tam 8 ayrı iş yapar. Gündüzleri devletin memuru, geceleri ise türlü kimliklerin içindedir. Limon satar, bulaşık yıkar, boza satar ve hatta amigoluk yapar. Fakat ne yaparsa yapsın asla geçinemez. Çünkü bu topraklarda emekçiler geçinemez, sadece sürünür. 1985’te de bu böyleydi. 2025’te de hâlâ böyle. Asgari ücretle yaşamakla hayatta kalmak arasında çizilen o hayali çizgide, her gün biraz daha aşağıya batan milyonlarca insan gibi…

Ve en sonunda İbrahim, toplumun bütün kurallarını inkâr eden tek bir şey yapar. Soyunur. Çünkü bu düzenin tek fark ettiği şey, sansasyondur. Evini geçindirebilmek için onurunu soyunan ancak sistemin görmezden geldiği İbrahim, ancak fiziksel olarak soyunur olduğunda görünür olmuştur. Çünkü sistem üzerinden nemalanabildiği ve kullanılabilir olan ile ilgilenir.

İbrahim soyunduğu anda televizyonlar, gazeteler, reklamcılar ona saldırır. Çünkü sistem, deli gördüğü adamı palyaçoya çevirmekte ustadır. Onu konuşurlar ama onu anlamazlar. Çaresizliği reytinge, çıplaklığı slogana, isyanı görsele dönüştürürler. Çıplak Vatandaş, bir figür olur. Oysa İbrahim’in soyunması bir kostüm değil bir dışavurumdur. Ve en acı olan ise, toplum onu ancak bu hâliyle sever. Sisteme uyum sağlamaya çalıştığında ise kimse onunla ilgilenmez.

İbrahim’in yaşadığı yıkım, aslında bürokrasinin alt sınıfı giydirdiği yalanlardan ibarettir. “Memurluk kutsaldır”, “Çalışan kazanır”, “Sabreden muradına erer” gibi aforizmalar, ona bir zamanlar umut verir olmuştur. Ama sistemin gerçeği, sofrada olmayan ekmek, dolmayan çaydanlık ve ödeme tarihi geçen faturadır. Sistem, insanlara önce umut satar. Umut bitince susturur. Susmayana ise deli damgası yapıştırır.

Aradan 40 yıl geçti. Enflasyon hâlâ cepteki delikten daha hızlı büyüyor. Memurlar hâlâ ek iş peşinde. Üniversite mezunları kurye olmak için ehliyet alıyor. İnsanlar hâlâ görünür olmak için soyunuyor, bazen sosyal medyada, bazen meydanlarda, bazen içten içe insanlıklarından.

Çıplak Vatandaş, sadece bir trajediyi anlatmaz; bugüne bakan dev bir ayna tutar. O aynaya bakan herkes şunu görür.

"Bu ülkede çıplak kalan beden değil, adalettir. İbrahim’in üstünde yoktu, ama bizim üzerimizdeki sistem çoktan yırtıldı."

İbrahim’in hikâyesi, bir adamın değil; bir ülkenin çıplaklaşan vicdanının hikâyesidir. Ve bu hikâyede kahramanlık yoktur. Sadece yorgunluk vardır. Susturulmuş çığlıklar, ertelenmiş hayaller ve "köprüden önce son çıkış" levhasını çoktan kaçırmış bir halk.