Soruşturma makamı kararında çok sayıda tanık dinlendiğini ifade etse de, olaya ilişkin doğrudan görgüsü olan kritik tanıklar neredeyse bir yıl sonra dinleniyor.
Rabia Naz Vatan’ın hikayesini hepiniz biliyorsunuz. 12.04.2018’de henüz 12 yaşındayken ölen ve soruşturma savcılarına göre “intihar etmiş” bir çocuk. Hakkında sayısız haber yapıldı, Meclis’te araştırma komisyonu kuruldu zira ailesi çocuklarının intihar ettiği iddiasına hiç inanmadı. Aileye göre Rabia Naz bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti ve failler korunuyordu.
Rabia Naz’ın minicik ruhunun adalete erişebilmesi için başta babası Şaban Vatan olmak üzere ailesi, gazeteciler, hak savunucuları bedel ödemek zorunda kaldı. Ne yazık ki verilen bunca mücadeleye rağmen, Rabia Naz’ın ölümü hakkındaki soruşturma kapatılmış, aile bunun üzerine Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmuştu. Anayasa Mahkemesi, ailenin başvurusu hakkındaki kararını dün açıkladı ve soruşturmanın yeniden başlamasına ilişkin tüm umutları yok etti. Karara göre Rabia Naz’ın ölümü hakkındaki soruşturmada bir dizi ihmal gerçekleşmiş, soruşturma makamları özen yükümlülüğünü ihlal etmişti.
Peki neydi bu ihmaller? Bir olay yeri düşünün ki, kolluk “delil toplarken” etrafta 100-150 kişi var. Yapılan ilk incelemelere ilişkin hiçbir fotoğraf, video kaydı yok. Yani polis olay yerine ilk gittiğinde ne yaptı, ne gördü hiç kimse bilmiyor. Yine Anayasa Mahkemesi kararını incelediğinizde, bulunan bazı delillerin olaydan saatler sonra, yurttaşlar tarafından “bulunup” polise teslim edildiğini görüyorsunuz. Bunların arasındaki en kritik delil Rabiz Naz’ın çantası. Rabia Naz’ın okul çantası olaydan saatler sonra, atladığı iddia edilen binanın çatısında “bulunup”, polise teslim edilmiş. Üstelik polis bu durumu (yani çantanın siviller tarafından kendilerine teslim edildiği gerçeğini) tutanağa geçirmemiş. Çantayı kimin bulduğu bile belirsiz! Böylece 12 yaşındaki bir çocuğun “intihar etmesi” yönündeki zayıf teoriyi kuvvetlendirebilecek bir delilin, tamamen usule aykırı olarak elde edildiği anlaşılıyor.
Yine, bir intihar vakasında oldukça önem arz eden Rabia Naz’ın günlüğü de polise, olayın üstünden saatler geçmesi akabinde, etraftaki herkesin elinde dolaşıp okunduktan sonra polise teslim ediliyor. Üstelik yapılan incelemede bazı sayfaların koparılmış olduğu görülüyor.
Soruşturma makamı kararında çok sayıda tanık dinlendiğini ifade etse de, olaya ilişkin doğrudan görgüsü olan kritik tanıklar neredeyse bir yıl sonra dinleniyor. Üstelik Rabia Naz’ı ilk gören tanıklardan A.A.A hiç dinlenmeden soruşturma kapatılıyor. Rabia Naz’ın üzerindeki kıyafetler ne doğru düzgün toplanabiliyor ne de muhafaza edilebiliyor. Tüm bunlar, bir çocuk ölümünde soruşturma namına ne yapılması gerekiyorsa, hiçbirinin yapılmadığını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
Ancak belki de bu kararı akılla değil yürekle eleştirmemiz gerekiyor: AYM, “yaşam hakkının usul yönünden ihlal edildiğini” tespit etti, aileye de 350 bin lira manevi tazminat ödenmesine karar verdi. Ama aynı zamanda “üzerinden 7 yıl geçtiği için yeniden soruşturmanın artık yararı yoktur” diyerek yargı dosyasını kapattı.
Bu karar, devletin kendi kusurunu, yeniden soruşturmanın önündeki bariyere dönüştürmesidir. Adalet, yalnızca tespit edilen ihlalin yazıya dökülmesi değildir; esas olan bu ihlalin sonuçlarının giderilmesidir. Yarım bırakılan bu soruşturmanın yarattığı adaletsizlik 350 bin Türk Lirası ile giderilemez.
Ve elbette Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan’ı unutmamalıyız. Yıllarca “adalet” diye haykıran, bu haykırışları nedeniyle cezalandırılan, hapishanelere giren bir baba… Vatan, karara ilişkin yaptığı ilk açıklamada soruşturmanın yeniden başlamasını istediğini “biz tazminat değil, katillerin yargılanmasını ve hak ettikleri cezayı çekmelerini istiyoruz” sözleriyle bir kez daha ifade etti.
Rabia Naz’ın ölümünden daha can yakıcı olan; yaşanan soruşturma süreci, cezasızlık hali ve buna karşı mücadele eden ailesinin haklı tepkisinin cezalandırılması oldu. Bu ülkenin hakim ve savcıları bir kez daha, bir çocuğun hakkını savunamadı. Ezcümle, Rabia Naz’ın adı artık yalnızca erken biten bir çocukluk hikâyesiyle değil, tamamlanmamış bir adalet arayışıyla anılıyor.