Her 29 Ekim sabahı, yurdun dört bir yanında aynı heyecan, aynı gurur, aynı coşku yaşanır. Bayraklar pencerelere asılır, meydanlar dolup taşar, marşlar hep bir ağızdan söylenir. Çünkü bu tarih, bir milletin küllerinden yeniden doğduğu, kendi kaderine sahip çıktığı gündür: Cumhuriyet’in ilanı.

Cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değildir; bir yaşam biçimi, bir duruş, bir irade beyanıdır. 1923 yılında, savaşlarla yorgun düşmüş bir halkın “Artık söz milletindir!” diyerek ayağa kalkmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ilan edilen Cumhuriyet, Türk halkının esareti reddedişinin, özgürlük tutkusunun ve modernleşme kararlılığının simgesidir.

Bugün bizlere çok doğal gelen haklar —seçme ve seçilme hakkı, eğitimde fırsat eşitliği, kadınların toplumsal yaşamda yer alması— hep o gün atılan dev adımların sonucudur. Cumhuriyet, yalnızca geçmişin bir kazanımı değil, geleceğe uzanan bir emanettir. Her nesil, bu emaneti koruma, yaşatma ve yüceltme sorumluluğunu taşır.

Ne zaman ki fikirler özgürce dile getirilebiliyor, ne zaman ki gençler düşüncelerini korkusuzca ifade edebiliyorsa; işte o zaman Cumhuriyet yaşamaya devam ediyor demektir. Çünkü Cumhuriyet, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin varlığıyla ayakta kalır.

Bu yüzden 29 Ekim yalnızca bir bayram değil, bir hatırlayış ve yeniden söz veriş günüdür.
Her 29 Ekim’de, bir kez daha haykırırız:
Yaşasın Cumhuriyet!