Usta yönetmen Metin Erksan’ın, Sınıfsal farklılıkların toplumsal adalet üzerindeki yansımalarını ele aldığı şaheseri olan “Suçlular Aramızda” filminden söz etmek istiyorum.
Film, açlık, yoksulluk ve sefalet içinde yaşamaya mecbur bırakılmış iki fakir arkadaş Halil ve Yusuf’un, zengin bir ailenin yalısına girip, ailenin gelinine hediye edilmiş çok değerli bir pırlanta kolyeyi çalmaları ve sonrasında gelişen olaylar üzerine kurgulanmış bir kompozisyon. Atif Kaptan’ın oynadığı Halis Bey karakteri, yalı sahibi, kalantor, hükümran, para babası. Halis Bey’in oğlu Mümtaz ise doğduğu ve büyüdüğü burjuva habitatın kendisine sağladığı imkanlara hızlıca adapte olmuş, paranın verdiği güç sayesinde birçok mevkide birçok güçlü insan ile kuvvetli bağlantılar kurmuş, şımarık ve bir o kadar da kibirli bir genç. Hikâyenin şaşırtıcı kısmı, klasik bir hırsızlık kurgusu üzerinden gelişmiyor. Zira Halil ve Yusuf kuyumcuya gittiklerinde, çaldıkları kolyenin sahte olduğu gerçeği ile yüz yüze geliyor ve Halis’i arayıp kendi ailesine yaptığı namussuzluğu yüzüne vurmak istiyor ancak telefonu Mümtaz açıyor ve kendilerine şantaj yapıldığını düşünüyor. Olay örgüsü de tam olarak burada şekillenmeye başlıyor. Bir yandan eşine hediye edilmiş kolyenin sahte olması, bir diğer yandan hor gördüğü ekonomik sınıfa dahil iki insanın ona şantaj yapması Mümtaz’ı fazlasıyla sinirlendiriyor. Hem itibarının zedelenmemesi, hem eşinin bu sahte kolye gerçeğini öğrenmemesi hem de intikam hırsı ile Yusuf ve Halil’e para vermeyi teklif ediyor ancak buluştuklarında Yusuf’u öldürüyor. Bu noktadan sonra artık film, Halil’in ve Halil üzerinden koca bir ekonomik sınıfın mücadelesi haline dönüşüyor.
Erksan, "Suçlular Aramızda" filminde adalet kavramını merkezine alıyor ve adaletin sınıfsal bir perspektifle sorgulanması gerektiğini vurguluyor. Bunu yaparken filmdeki karakterlerin, farklı sosyo-ekonomik arka planlardan geldiğini ve bu durumun, karakterlerin hayatları ve toplum içindeki yerleri üzerinde büyük bir etkide bulunduğunu resmediyor. Burjuvazinin rahatı ve işçi sınıfının sıkıntılarının çarpıcı bir şekilde karşılaştırıldığı film, toplumdaki adaletsizlikler ve çifte standartları izleyiciye sunuyor. Filmdeki burjuvazi temsili, zenginliğin ve gücün getirdiği ayrıcalıklarla birlikte, bu ayrıcalıkların nasıl adalet algısını çarpıtabileceğini de gösteriyor. Erksan burada, iktidarın ekonomik güçle nasıl iç içe geçtiğini ve hukuksal sistemin nasıl bu güç odakları tarafından manipüle edilebilir hale geldiğini ele alıyor. Zenginlerin dünyası, lüks ve rahatlık içinde yüzerken, alt sınıfların maruz kaldığı haksızlıkları görmezden gelen bir tutum sergiliyor. Ne kadar da tanıdık ve bilindik bir kompozisyon değil mi?
Erksan'ın kullandığı sinematografik dil de bu sınıfsal ayrımı vurgular nitelikte. Alt sınıfın yaşam alanları genellikle karanlık, dar ve klostrofobik mekanlarla temsil edilirken, üst sınıfın mekanları aydınlık, geniş ve lüks. Bu görsel kontrast, seyirciye sınıflar arasındaki yaşam kalitesi farkını çarpıcı bir şekilde sunuyor. Zengin kesimi temsil eden karakterler, sahip oldukları güç ve ayrıcalıklarla adeta dokunulmazlık zırhına bürünürken, bu kesimin suçlarının nasıl örtbas edildiğini ve sistemin onları nasıl koruduğunu gözler önüne seriyor. Bu kontrast, toplumda var olan derin sınıfsal uçurumu ve adalet sistemindeki çifte standardı açıkça ortaya koyuyor.
Yönetmenin resmettiği en önemli sınıfsal çıkarımlardan biri, ekonomik koşulların insanları nasıl suça ittiğini göstermesi. Karakterlerin çoğu, işsizlik ve yoksulluk nedeniyle hırsızlık, gasp gibi suçlara yönelir. Bu durum, kapitalist sistemin ürettiği eşitsizliklerin bir sonucudur. Film, bu insanların suça yönelmesinin tek başına kişisel bir tercih olmadığını, aksine içinde bulundukları toplumsal koşulların bir sonucu olduğunu vurgular. Film boyunca Erksan, izleyiciyi toplumun "suçlu" ve "masum" olarak ikiye ayırdığı basit ikilemin ötesine geçmeye davet ediyor. Alt sınıftan gelen karakterler hırsızlık ya da dolandırıcılık gibi suçlara yönelirken, üst sınıftakiler ise statülerinden dolayı bu suçlara göz yummakta ya da dolaylı destek sağlamaktadır. Bu durum, izleyiciye adalet ve suç kavramlarını sorgulatıyor: Gerçekte kim suçlu? Suçu işleyen mi, yoksa bu suçun işlenmesine zemin hazırlayan sosyal koşulları yaratan mı? Bu perspektifte "Suçlular Aramızda", sadece suçun bireysel sorumluluğuna odaklanmaz. Aynı zamanda, kapitalist ekonominin, adaletsizliğin ve kayırmacılığın, suçun oluşumunda oynadığı rolü de sorgulamaya iter.
"Suçlular Aramızda" filmi, Metin Erksan’ın toplumun çeşitli sınıflarını ve bu sınıflar arasındaki köklü tezatları çarpıcı bir şekilde ele aldığı sinematografik bir başyapıt. Film, izleyicilere, yüzeysel suç tanımlarının ötesine geçerek, sınıfsal yapıların toplumsal adalet üzerindeki etkilerini sorgulama fırsatı sunuyor. Bu anlamda bu büyük sinema şaheserinin keşfedilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak filmde Mümtaz karakterini canlandıran Ekrem Bora’ya da ayrıca bir parantez açmak gerekiyor sanırım. Bence oyunculuk kariyerinin en iyi performansını sergileyen Bora, hem fiziksel yapısı hem de insanların kafasında imgelenen “Zengin Çocuğu” karakterine tam oturmuş karakteristik yüz hatları ile muazzam bir performans sergiliyor. Filmdeki “şirket toplantısı” sekansında Mümtaz karakterinin şu replikleri ile yazıyı sonlandırmak sanırım Erksan’ın tüm filmde yansıtmaya çalıştıklarını anlamlandırmak için yeterli olacaktır.
“Muhalefet istemem!” “Ben itiraz anlamam! Muhalefet kelimesini bir daha duymak istemiyorum! İster kanunlu ister kanunsuz, her iş benim dediğim şekilde yapılacaktır”
Sinema dolu günler…