Unutmayalım: Coğrafya kaderdir derler ya… Evet, ama bazen akılcı diplomasi, güçlü sınır politikası ve insani çözümler, bu kaderin ağırlığını hafifletebilir.
Ortadoğu, tarih boyunca savaş, gerilim ve göç üçgenine mahkum edilmiş bir coğrafya. Son dönemde İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, bu kadim denklemin yeni bir halkasını oluşturuyor. Peki, bu gerilim Türkiye’yi nasıl etkiliyor? Cevap aslında uzun zamandır yanı başımızda duran bir gerçek: göç hareketliliği.
İran halkı yıllardır hem içerideki baskıcı yönetim hem de ağır ekonomik yaptırımlarla boğuşuyor. Üstüne bir de bomba sesleri eklendiğinde, insanların çareyi sınırdan öteye geçmekte araması kaçınılmaz oluyor. Türkiye, coğrafi olarak ilk durak. İsteyen Avrupa’ya uzanıyor, istemeyen İstanbul’un kenar mahallelerine tutunuyor.
Birçoğumuz haberlerde göçmenlerin rakamlarına odaklanıyoruz. Oysa mesele sadece sayı değil. İnsanlar geliyor, barınacak yer arıyor, çalışacak iş bulmaya çalışıyor. Bu da şehirlerin yükünü artırıyor, güvenlik ve ekonomi dengelerini zorluyor.
Dahası, İranlı göçmenler artık yalnızca doğu sınırlarından sessizce sızan kaçak göçmenler değil. Bir bölümü yüksek eğitimli, şehirli; burada iş kuruyor, oturma izni alıyor. Yani farklı profiller, farklı ihtiyaçlar ve farklı toplumsal uyum sorunları var.
Şimdi bir yandan bölgede “savaşa ramak kalmış” havası eserken, diğer yandan Türkiye’nin sınır güvenliği ve göç politikaları bir kez daha test ediliyor. Elbette bu yük sadece Ankara’nın omzunda olmamalı. Uluslararası toplum, göçü sadece kapıda durdurulacak bir kriz olarak görmekten vazgeçip, asıl kaynak olan savaş ve baskı iklimine çözüm aramalı.
Unutmayalım: Coğrafya kaderdir derler ya… Evet, ama bazen akılcı diplomasi, güçlü sınır politikası ve insani çözümler, bu kaderin ağırlığını hafifletebilir. Bugün İsrail-İran çatışması göçün bahanesi, yarın başka bir kriz kapıda. Türkiye ise her seferinde bu yükü tek başına taşımaya devam ediyor. Bir gün bu dengeyi sürdüremeyecek hale gelmemek için şimdiden ders çıkarmak gerek.