Avrupa, yabancı düşmanlığı/zenofobinin var olduğu ancak aynı zamanda da suç olduğu bir bölge. Biraz da bu nedenle ırkçılık gibi bir ideoloji her ne kadar Avrupa’dan neşet etmiş olsa da bu gerçeği unutturmak için aşırı sağcı kavramını kullanmayı tercih ediyorlar. Türkiye’de ise ırkçılık genellikle doğrudan ırkçı kavramıyla ifade ediliyor. Elbette Türkiye’de de bu kötü hasletin yumuşatılması, meşrulaştırılması için bazı girişimler var; vatan millet sevgisi, ülkenin işgal edilmek üzere olduğu kaygısı vesaire vesaire… oysa ırkçılığın vatan millet sevgisi ile alakası yok.

Türkiye’de; toplu taşımada bir mültecinin kendisine ait olduğunu düşündüğü koltuğa oturmasından ve hatta kendisinin önüne oturmasından rahatsız olan genç, yabancıya suyu diğer vatandaşlardan daha pahalı satmaya kalkan belediye başkanı, ırkçılık karşıtlarına hönkürülen “al evinde besle” emri, Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı ezberi, çok kültürlü bir demografisi olan Türkiye’de Andımız’ın uzun yıllar sabah akşam zorunlu okutulması, Kürtçe’nin yasak olduğu zamanlar, siyah köpeklere “Arap” ismi verme meselesi hatta meseleyi dine kadar götürüp, İslam’ın Arap geleneği olduğu ve bu nedenle terk edilmesi gerektiği talebi, bir seçim vaadi olarak mültecileri kolileyip ülkesine gönderme reklam filmleri gibi ırkçılık örnekleri daha önce olduğu gibi mahcup bir biçimde değil oldukça kendinden emin bir şekilde vurgulanıyor. Kendilerine sorsanız ırkçı olduklarını kabul etmezler ancak neredeyse ABD’nin Klu Klux Klan’ı gibi siyahlar ve beyazların ayrı musluktan su içmesi ve ayrı tuvaletleri kullanmaları, siyahların otobüslerde beyazlara yer vermesi kanunu gibi saf, net ırkçılığın Türkiye şubesi olmaya adaylar. Evet ırkçılığın, milliyetçilik adı altında hep var olduğu bir coğrafyaydık ancak ırkçılık bu kadar görünür bir halde de değildi. Ve haksızlık etmemek gerekir, milliyetçilik de doğrudan Avrupa aşırı sağı, Nazilik ya da ırkçılık kadar katı bir formda değildi. Ancak bu durum artık değişiyor, hatta çoktan değişti bile…

Batı merkezli bir kavramlaştırma ile “Arap Baharı” olarak isimlendirilen, Arapların bir kısmı için bahar diğer kısmı için kışa dönen süreç sonrasında coğrafi yakınlığı nedeniyle Türkiye bu bölgedeki yaşananlardan etkilendi, bu etkilerin en başında mülteci meselesi gelmekte… 2011’de başlayan bu süreç sonrası iklim değişikliği, azalan kaynaklar, Covid-19 salgının oluşturduğu problemler de ortaya çıkınca insanlar neredeyse Asya, Afrika ve Ortadoğu’dan “kavimler göçü” halinde Batı’ya yöneldiler. Zamanında Asya, Afrika, Ortadoğu sömürgeciliği ile “zenginleşen” Batı, özellikle Avrupa için bu müstahaktır da diyemiyoruz zira Avrupa’nın sistemli bir mülteci, göç politikası var ancak geçiş yolu olan Türkiye için maalesef böyle bir durumdan bahsedemiyoruz. Sonuçta “kavimler göçü”nden en fazla etkilenen ülkelerden birinin Türkiye olduğunu söylemek abartı olmaz.

Yukarıda bahsettiğim gelişmelerin sonucunda Türkiye’de maalesef mülteci karşıtı ırkçı bir söylem oluştu ve bu söylem popülizmin yükseldiği döneme de denk gelince yaygınlaştı. Zaten Türkiye toplumunda her ne kadar inkar edilse de ulus devlet, resmi ideolojinin gereği olarak oluşmuş bir ırkçılık vardı, bu gelişmeler de eklenince artık Türkiye’nin gayet net görünen bir ırkçılık problemi var diyebileceğimiz bir döneme girdik.

Türkiye’de mülteci politikasını gözden geçirmesi gereken bir iktidar var ve mülteci karşıtlığının haklılığını vurgulayarak ırkçılığını meşru göstermeye çalışan iki kesim oluştu. Ve iki kesim de sorunlu zira iktidarın mülteci politikası konusundaki rahatsızlıkları dinlemek ve çözüm aramak gibi net bir girişimi yok. Bahsi geçen ırkçı kesim de mülteci politikasını eleştirmek yerine yabancı düşmanlığı, toplumsal kışkırtıcılık, yolda izde gördüğü yabancı insanları hedef alma, tahkir etme yolunu seçtiği için ideal bir çözüme maalesef varılamıyor. Ancak bu mesele iktidar ya da ırkçı kesim arasında iki keskin bıçak biçiminde ilerlemiyor zira bu ikili gerilim hattı arasında haklı kabul edilebilecek, yanlış mülteci politikalarından rahatsızlığını dile getiren kesimler de var ve asıl kulak verilmesi gereken kesimler bunlar. Çünkü bu kesimler hızla artan nüfusun oluşturduğu toplumsal problemleri doğrudan tecrübe eden kesimler.

Türkiye ekonomisinin iyi olmadığı bir sır değil hatta iktidar bile bunu itiraf ediyor. Ve bu ekonomik problemlere bir de insanın en temel ihtiyaçları olan yeme içme, barınma, iş bulma, sağlık hizmeti alma, güvenlik gibi konulardaki problemler de -ki hepsi ekonomiyle bağlantılı- eklenince toplumda haklı olarak olmasa da oldukça anlaşılır bir biçimde yoğun mülteci kabulü nedeniyle yani artan nüfustan dolayı bir rahatsızlık oluşuyor. Çocuğuna iş aramak zorunda kalmayanların, toplu taşıma kullanmayanların, güvenlikli sitelerde yaşayanların anlayamayacağı ama anlaması gereken bir durum var, sen, ben “aşırı yüce gönüllülük” ile Allah’ın arzı herkese açıktır desek de ani artan nüfus yoğunluğunun, entegrasyon sağlanmadığı için birbiriyle uyum sağlamak yerine birbirine karşı olan farklı kültürlerin karşılaşması hem ülke halkını hem de kapıların açıldığı mültecileri rahatsız ediyor. Ve bir süredir toplum bu konudaki rahatsızlıklarını dile getiriyor, bir anlamda toplum alarm veriyor, bu meselede çözüm sağlansın istiyor. Ve haksız da değiller.

Türkiye’de mültecilerle bağlantılı toplumsal sorunlar; Zafer Partisi ve arkasında hizalananların, sosyal medyada ırkçı nefret kusanların, mültecileri hedef gösterenlerin aşırılıklarından ibaret değil. Ve onların suç işlemeye varan ırkçılıkları gerekçe gösterilerek örtülemez, en azından örtülemeyecek boyuta vardı. Mülteci nefreti içeren bir ırkçılıkla değil toplumdaki yoğun ve hızlı değişim, artan ekonomik sorunlar nedeniyle huzursuz olan insanlar var ve artık “ırkçılık yapmayın” diyerek susturulmayı da hak etmiyorlar. Dinlenmeye ihtiyaçları var. Eğer bu konuda gerekli önlemler alınmazsa bu durum, Türkiyeliler için de mülteciler için de olumsuz sonuçlanabilir ve bunu emin olun hiçbirimiz istemeyiz. Bu nedenle, ırkçılığın nasıl kötü bir şey, önlenmesi gereken bir mefhum olduğundan emin olanların, bu sorunu çözmek için yani ırkçılıkla mücadele için yapması gereken hayırlı işlerden biri de mülteci politikalarının problemlerini görüp, çözmek. Zira birilerine ırkçı diyerek bu problemin çözülmeyeceği ortada.

Unutmadan, mülteci politikalarındaki problemleri dile getirenlerin de ırkçılık gibi bir utanca varacak biçimde mülteci hedef almak yerine makul bir şekilde problemlerini anlatması gerekiyor çünkü mülteci politikasını eleştirmek başka, ırkçılık utancına bulaşmak başka şeyler, farkındasınız değil mi?