Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu, partisinin genel merkezinde gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Karamahmutoğlu, 2025-2026 Eğitim Öğretim Yılı'nın ilk gününde, velilerin şikayetlerinin arttığını, ücretsiz olması gereken devlet okullarında bağış adı altında kayıt ücretleri talep edildiğini, okulların ihtiyaçlarını karşılayamayan hükümetin bu çabayı, malzemelerinin karşılanmasının sorumluluğunu ne yazık ki okul yönetimlerinin üstüne yıktığını belirtti.
Polis teşkilatının sorunlarına da değinen Karamahmutoğlu, şunları söyledi:
"Polislerimiz haftada 260 saate varan mesaisiyle yaşadığı aynı şehirde kendi eşini, kendi çocuklarını günlerce göremez halde onlara hasret kalarak yaşıyor. Bu nedenle polisler ağır mesai sisteminde anayasal ve yasal güvence haklarından yoksun olarak çalışırken bir yandan da iş yerlerinde mesleki olarak tacizlere, mobinge maruz kalıyorlar. Haksız atamalardan dolayı aileler dağılıyor. Kendilerini yalnız hissediyorlar. Bir yandan da özellikle büyükşehirlerdeki yüksek kiralar sebebiyle maaş ve geçim sorunu yaşıyorlar. Toplu sözleşmede hemen hemen tüm memurların özlük hakları ele alınırken polislerden sorumlu İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya göreve geldiği günden beri polisler için ağzını açıp iyileştirme sözünden hiç bahsetmiyor. Çok acıdır ki bu sebeplerden dolayı polisler içinde her 4 günde bir intiharlar söz konusu olmaktadır. Bu konu başta olmak üzere polis intiharlarının araştırılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde komisyon kurulmalıdır. Polislerimiz grevsiz sendika ile birlikte toplu sözleşme, kendini temsil etme hakkı bir an önce polislerimize verilmelidir."
"Her bir Türk yurttaşı PKK'nın silah bırakmasından memnuniyet duyar"
Azmi Karamahmutoğlu, terör örgütünün fesih kararını ve TBMM'de kurulan komisyonla ilgili süreci eleştirerek, şunları kaydetti:
"Başından beri, "pazarlık var" dediğimiz halde "pazarlık yok" diyenler, şimdi komisyonlar oluşturmuşlar Meclis’te ve başına ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin iki numarasını, Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş'u oturtmuşlar ve toplumu bir şeylere hazırlıyorlar. Komisyonun başkanı da olan Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş'un aynen kendi ifadesiyle aktarıyorum. Komisyonun görevi rıza üretmek. Toplumsal rıza üretmek. Yani halkı razı etmek. Neye? Bir sona, o son ne? O sonun ne olduğundan haberimiz olmasın diye komisyonda konuşmama yasağı, konuşulanların dışarıya aktarılmama yasağı alındı. Üstelik bu yasağın süresi de 10 yıla yayıldı."
"Neye göre Öcalan'ı bu saatten sonra 12 metrekarelik bir hücrede hapis tutamazmışız?"
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan'ın, "Öcalan'ı bu saatten sonra 12 metrekarelik bir hücreye hapsedemezsiniz" şeklindeki sözlerine tepki gösteren Karamahmutoğlu, şunları kaydetti:
"Öcalan'ı 12 metrekarelik bir hücreye hapsetmiş Türk yargısı, işlediği suçlardan dolayı, Bakırhan diyor ki: "Bu saatten sonra hapsedemezsiniz." Neden Bakırhan? Ne oldu, bir af mı çıktı, salıverildi mi? Yoksa Türk ordusu bir muharebe mi kaybetti? Türk askeri bir savaşı mı kaybetti? Yoksa siz galip mi geldiniz? Gerek silahlı mücadelede gerek fikri mücadelede siyasal mücadelede galip mi geldiniz? Neye göre Öcalan'ı bu saatten sonra 12 metrekarelik bir hücrede hapis tutamazmışız?
Bağımsız yargı, üstelik kamuya açık bir şekilde, canlı yayında yargılayarak bebek katili, narko-terör örgütünün kurucu başı Abdullah Öcalan'ı idam cezasıyla mahkum etti. Onu idam cezasından Devlet Bahçeli kurtardı. Ve cezası ömür boyu hapse döndü. Aynı Devlet Bahçeli şimdi de onu ömür boyu hapisten kurtarıp serbest bıraktırmak, umut hakkından yararlandırmak ve Meclis’e getirip konuşturtmak istiyor. Nitekim Bakırhan devam ediyor ve diyor ki: "12 metrekarelik hücrede tecrit devam ederse, Öcalan İmralı’daki bu koşullarda bulunursa, bu süreci yürütenlerin samimi olmadığına inanırız bizler." Yahu kim kimin samimiyetini test edecek? Silah bırakacak olan, terör örgütünü lağvedecek olan sizlerdiniz. Bunu söyleyen sizdiniz ve samimiyetinizi gösterin anlayalım. Bakırhan, Bahçeli'nin kullandığı dili, ağzı, söylemi kullanarak diyor ki: "Öcalan'ın umut hakkı artık tanınmalı. Bu, lütuf değil, barış umuduna tanınmış bir haktır." Yani böyle bir şey yapılırsa, bu lütuf değil, kendilerinin zorla almış oldukları bir sonuçmuş gibi."