Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Dışişleri Komisyonu Başkanı ve Ankara Milletvekili Fuat Oktay, Aydınlık’ın sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle 2018-2023 yılları arasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görev yapan Fuat Oktay, güncel dış politik gelişmelere dair değerlendirmelerde bulundu.
Fuat Oktay’ın, İsrail’in vaat edilmiş topraklar iddiası ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi sınırları içinde yaptığı silah yığınağıyla ilgili sözleri dikkat çekti. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’ne yönelik her türlü tehdide cevap verebilecek güç ve yetenekte olduğunun altını çizen Oktay, “Değil İsrail, dünyadaki hiçbir ülke Türkiye’ye tehdit oluşturamaz. Türkiye, gerekene gereken cevabı verir.” dedi.
‘Süreç göstermelik değil gerçek olmalı’
TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı, terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısına verilen sürenin ay sonunda biteceğini hatırlattı ve “Bu kapsamda, yabancı unsurların PYD/YPG/SDG içerisinden tümüyle arındırılması ve Türkiye’nin güvenliğine yönelik tehdit unsurlarının kalıcı şekilde bertaraf edilmesi önemlidir. Bu süreç göstermelik değil gerçek olmalıdır.” ifadelerini kullandı.
Oktay, Karadeniz’de ticaret gemilerine yönelik saldırılara dair “Bu tür saldırıların özellikle Münhasır Ekonomik Bölgemizde gerçekleştirilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Taraflara tutumumuz açık ve net bir şekilde iletilmiştir.” diye konuştu.
Yunan yetkililere ‘akılcılık’ çağrısı
Yunanistan’ın adaları silahlandırmaya yönelik açıklamalarını “kışkırtıcı” şeklinde niteleyerek “Yunanistan’ın geçmişte tecrübe ettiği deneyimleri yeniden yaşamaması için, Yunanlı yetkililerin, gerilim yaratan afaki beyanlarda bulunmak yerine, Ege’de barış, istikrar ve refahı artırmaya yönelik hamlelere yönelmeleri çok daha akılcı olacaktır.” yorumunu yaptı.
Mehmetçiğin Gazze’de kurulacak Barış Gücü’nde yer alıp almayacağı hakkında “İsrailli yetkililer karşı çıktıklarını beyan ediyorlar. Ancak, Endonezya gibi, bu güce katkı vermesi beklenen ülkeler, Türkiye’nin iştirakini kendi katılımları için bir önkoşul olarak ortaya koyuyorlar.” bilgisini paylaştı.
Oktay, Türkiye’nin BRICS ve ŞİÖ’deki pozisyonu, Rusya ile Ukrayna arasındaki rolü ve Avrupa Güvenlik Mimarisi tartışmalarındaki yeri bağlamında da görüşlerini aktardı.
‘Şımarık çocuğa ‘dur’ denilmesi gerekiyor’
İşte 12 Aralık 2025 Cuma günü TBMM’deki makamında görüştüğümüz Fuat Oktay’ın Aydınlık’a açıklamaları...
Gazze’deki ateşkes planını ve planın gidişatını nasıl değerlendirirsiniz?
Filistinlilerin toplu katliamlarının durması, insanî yardımların başlaması ve Filistinlilere yönelik tehcir politikasından vazgeçilmesi önemli idi. Fakat Gazze’deki kabul edilemez insanî durum ve İsrail’in sınır tanımayan saldırıları halen devam ediyor. Gazze’deki barış planına rağmen İsrail’in, ateşkese uymadığını, saldırılarına devam ettiğini, insanî yardımların girişine yeterli miktarda izin vermediğini görüyoruz. İsrail Hükümeti ayrıca Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik saldırı ve hak ihlallerini de sürdürüyor. Keza İsrail Lübnan ve Suriye başta olmak üzere komşularına yönelik yayılmacı politikalarına, uluslararası hukuka aykırı saldırılarına ve işgaline de devam ediyor.
Filistinlilere yönelik soykırım ve baskıyı sonlandırması, bölge ülkelerine yönelik saldırılarına son vermesi ve işgal ettiği yerlerden çekilmesi için, İsrail üzerindeki uluslararası baskının artırılarak sürdürülmesi gerekmektedir. Bu yönde gerek Hükümet gerek parlamenter diplomasi boyutuyla Meclisimiz yoğun bir çaba harcamaktadır. Bu şımarık çocuğa ‘Dur!’ denilmesi mutlaka gerekiyor.
‘Gazze’de olmamız mekanizmaya güveni artırır’
Türkiye’nin Gazze Planı kapsamında atacağı yeni adımlar var mı? Türk askerinin barış gücü içinde bölgeye konuşlanması gündeme gelmişti. Son durum nedir?
Filistin’de kalıcı bir barışın anahtarı iki devletli çözümdür. Yani Filistinlilerin de kendi devletlerinin olduğunun İsrail tarafından kabul edildiği bir çözümdür. İki devletli çözüm, bölgede barış ve istikrarın kalıcı olarak oluşturulması, Filistinlilerin, İsraillilerin birlikte güvenliğinin sağlanması açısından elzemdir.
20 maddelik Barış Planı, BM Güvenlik Konseyi tarafından 17 Kasım 2025 tarihinde 2803 sayılı karar ile onaylandı. Bunun “kalıcı barış” için bir fırsat penceresi olmasını ümit ediyoruz. Planın birinci aşamasına ilişkin olarak, İsrail’in saldırılarının tamamen durdurulması ve insanî yardımların kesintisiz sağlanması yönündeki Türkiye’nin çabaları devam etmektedir.
Barış planının ikinci aşamasının da bir an önce başlatılması gerekmektedir. İsrail saldırılarının sonlandırılmasında Uluslararası İstikrar Gücü’nün (ISF) önemli bir rol oynamasını bekliyoruz. Bu çerçevede “Barış Konseyi”nin oluşturulması ve “Uluslararası İstikrar Gücü”nün kurulması öncelik arz ediyor.
İsrailli yetkililer ISF’ye ülkemizden asker ya da güvenlik kuvveti gönderilmesine karşı çıktıklarını beyan ediyorlar. Ancak, Endonezya gibi, bu güce katkı vermesi beklenen ülkeler, Türkiye’nin iştirakini kendi katılımları için bir önkoşul olarak ortaya koyuyorlar
Biz kurulacak İstikrar Gücü’ne katkı verebileceğimizi daha önce dile getirdik. Ülkemizin bugüne değin BM ve NATO kapsamındaki barış gücü ve benzeri uluslararası girişimlere önemli ve çok başarılı katkıları oldu. Gazze için kurulacak İstikrar Gücü’ne katılmamız, bu mekanizmaya duyulacak güveni önemli ölçüde artıracak, barış için önemli bir destek olacaktır.
‘İşgal ettiği sürece daha az güvende olduğunu algılamalı’
İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları ile yayılmacı eğilimine karşı neler yapılabilir? Bir de SDG meselesi var.
Her zaman vurguladığımız üzere, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve birliğini koruması, barış içerisinde istikrarlı ve müreffeh bir ülke olarak varlığını sürdürmesi hem Suriye halkı hem bölgesel barış ve istikrar açısında büyük önem taşımaktadır. Mevcut Suriye Hükümetinin böyle bir Suriye için çaba harcadığını görüyoruz.
Halen Suriye Hükümetinin önünde duran iki önemli unsur var. Bunlardan birincisi, İsrail’in Suriye’nin egemenliğini, uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler Şartı’nı ihlal ederek, Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği saldırılar ve işgal eylemleridir. İsrail’in bu saldırıları durdurması ve son bir yıl içerisinde işgal ettiği Suriye topraklarından kalıcı bir şekilde ivedilikle çekilmesi gerekmektedir. İsrail’in, Suriye topraklarını işgal ettiği sürece, kendisinin de daha az güvende olduğunu algılaması gerekmektedir.
Özellikle vaat edilmiş topraklarla ilgili Türkiye’yi içine alacak şekildeki bir tehdit unsuru oluşturabileceğiyle alakalı her türlü stratejik değerlendirmeyi yapmış durumdayız. Değil İsrail, dünyadaki hiçbir ülke Türkiye’ye tehdit oluşturamaz. Türkiye’ye öyle meydan okumak kolay değildir. Türkiye, gerekene gereken cevabı verir.
‘SDG’ye verilen süre ay sonunda bitiyor’
Şam Hükümetinin başarısının önünde duran ikinci önemli unsur, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine tehdit oluşturan SDG’nin tutumudur. SDG, Suriye’nin neredeyse üçte birine tekabül eden; enerji, verimli tarım arazileri ve su kaynaklarının önemli bir bölümünü içeren bölgeyi halen işgal altında tutmaktadır. Bu durumun bir an önce sonlandırılması ve 10 Mart 2025 mutabakatı çerçevesinde, SDG’nin Suriye Hükümetiyle bütünleşmesi gerekmektedir. Burada mutabakatta öngörülen sürenin bu ay sonunda biteceğine dikkat çekmek isterim.
Bu entegrasyon kapsamında, yabancı unsurların PYD/ YPG/ SDG içerisinden tümüyle arındırılması ve Türkiye’nin güvenliğine yönelik tehdit unsurlarının kalıcı şekilde bertaraf edilmesi önemlidir. Bu süreç göstermelik değil gerçek olmalıdır.
Bizim arzumuz Suriye’nin bölgede istikrar unsuru olmasıdır. Yani önceden olduğu gibi bölgesine terör ve istikrarsızlık ihraç eden bir ülke olmamasını istiyoruz. Niye? Bunun faturasını ilk ve en büyük oranda ödeyen ülke olduğumuz için. Gerek DEAŞ, gerek PKK boyutunda terör unsurlarından en büyük zararı 911 kilometrelik sınırımızda görmüş bir ülkeyiz. Bu istikrarın sağlanabilmesi için de Suriye’nin toprak bütünlüğünün olmazsa olmaz olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla toprak bütünlüğünü sağlayabilmeniz için belirli alanlarda muhtariyet ilan ettiklerini iddia eden bu terör örgütü unsurlarının buralardaki hakimiyetinin devam etmesi kabul edilebilir bir şey değil.
‘KKTC’ye tehdide cevap verecek güçteyiz’
İsrail’in Güney Kıbrıs Rum Yönetimi sınırları içinde yaptığı askeri yığınak ne anlama geliyor?
Ülkemiz Doğu Akdeniz’de barıştan yanadır. Bununla birlikte, ülkemize karşı, ya da bir garantör devlet olarak, KKTC’ye yönelik gelişebilecek her türlü tehdide cevap verebilecek güç ve yetenekteyiz. Nereden ve kimden geldiğine bakmaksızın her türlü tehdide yönelik gerekli tedbirleri almaktan çekinmeyeceğimizden herkesin emin olması gerekir. Nitekim, ilgili makamlarımızca bu konuda gereği de yapılmaktadır.
Yunanistan’ın adaları silahlandırmaya yönelik açıklamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yunanistan’la iyi komşuluk ilişkileri içerisinde ve kazan-kazan felsefesi çerçevesinde işbirliğimizi geliştirmeyi arzuluyoruz. Bu kapsamda iki ülke üst düzey yetkilileri arasında son dönemde gerçekleşen diyaloglar önemli. Ancak geçtiğimiz ay Yunan Savunma Bakanı tarafından Ege adalarına füze sistemlerinin konuşlandırılacağı yönündeki açıklamalar maalesef ters yönde ve provakatif bir adım oldu.
‘Güçlü Türkiye’den rahatsız olmalarına gerek yok’
Her şeyden önce Ege’deki adaların silahlandırılması uluslararası hukuka aykırıdır. 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmalarında Doğu Ege Adalarının ve 12 Ada’nın silahlandırılamayacağı açıkça belirtilmiştir. Her hal ve karda, gerginlik yaratmayı hedefleyen bu tür kışkırtıcı söylem ve eylemler, iki ülke arasındaki işbirliği imkanlarına ciddi şekilde zarar vermektedir.
Gelişen savunma sanayiimiz ile güçlenen Silahlı Kuvvetlerimiz, ülkemize yönelik her türlü tehdidi kısa sürede ve etkin şekilde bertaraf edebilecek kapasiteye sahiptir. Geçmiş dönemlerde Yunanistan’ın tecrübe ettiği deneyimleri yeniden yaşamaması için, Yunanlı yetkililerin, gerilim yaratan afaki beyanlarda bulunmak yerine, Ege’de barış, istikrar ve refahı artırmaya yönelik hamlelere yönelmeleri çok daha akılcı olacaktır. Türkiye’nin her alanda güçlenmesi, Yunanistan’ı da içine alacak şekilde bölgede istikrar unsurudur. Yunanistan’ın bu gelişmeden rahatsız olmasına gerek yoktur.
‘Rusya ile yakın ilişkimiz açıklık ve samimiyet içinde sürüyor’
Yıl ortasına doğru Moskova ziyaretinizde “Türk-Rus ilişkileri hiç olmadığı kadar iyi” demiştiniz. Son zamanlarda Kırım’la ilgili vurgularınızın arttığı görülüyor. Ukrayna’daki görüş ayrılıklarına rağmen Türk-Rus ilişkileri iyi mi?
Türkiye gerek Ukrayna ile gerek Rusya Federasyonu ile son derece yakın ve iyi ilişkiler sürdürmektedir. Savaşan taraflarla bu ilişkileri sürdürüyor olmamız, her iki ülkenin de Türkiye’ye olan güvenlerinden kaynaklanmaktadır. Bu güvenin temelinde de ülkemizin ilkeli dış politikası yatmaktadır. Ülkemiz bölgesinde barış ve istikrarın tesisi için yoğun çaba sarf etmekte, bunu yaparken de son derece açık ve samimi davranmaktadır.
Kırım Tatarı Türkleri ile ortak tarih, dil, din ve kültür mirasımız vardır. Ülkemiz için, Kırım Tatarı kardeşlerimizin hak ve menfaatlerinin korunması, kimliklerinin muhafaza edilmesi, siyasi ve sosyal statülerinin güçlendirilmesi öncelikli konulardır.
Bugüne kadar bu hususu, tüm platformlarda, Rusya Federasyonu dahil, tüm taraflar nezdinde dile getirdik. Bundan sonra da, Kırım yarımadasının asli unsuru olan Kırım Tatar Türklerinin güvenliği ve esenliği her zaman bizim için önde gelen bir konu olmaya devam edecektir.
Rusya Federasyonu ile yakın ilişkilerimiz bu açık ve samimi yaklaşımımız içerisinde sürmektedir.
‘Münhasır ekonomik bölgemizde kabul edilemez’
Karadeniz’de son günlerde yaşanan ticaret gemilerine yönelik saldırılar Türkiye için bir risk oluşturuyor mu?
Türkiye Karedeniz’in bir barış denizi olmasını arzulamaktadır. Son dönemde ticari gemilere yönelik gerçekleşen saldırılar, savaşın Karadeniz’de daha da yoğunlaşması, ilerlemesi anlamına gelmektedir. Bu tür saldırıların özellikle Münhasır Ekonomik Bölgemizde gerçekleştirilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu saldırılar, başta Türkiye olmak üzere, tüm kıyıdaş ülkeler ve küresel düzeyde riskleri artırmakta, can ve çevre güvenliğini tehlikeye sokmakta ve deniz ticareti açısından ciddi riskler oluşturmaktadır. Savaşan taraflara bu konudaki tutumumuz açık ve net bir şekilde iletilmiştir.
Batı’da Rusların Avrupa’ya saldırma ihtimali konuşuluyor. Rusya Devlet Başkanı ise öyle bir düşüncelerinin olmadığını öne sürüyor. Böyle bir ihtimal görüyor musunuz?
Rusya’nın Ukrayna’ya ilaveten Avrupa’ya saldıracağı yönünde başta Polonya, İsveç, ve Finlandiya olmak üzere bazı Batılı ülkelerde ciddi bir endişenin mevcut olduğunu gözlemliyoruz. Bir yandan NATO bünyesindeki çalışmalar sürdürülürken, diğer yandan da Rusya ile diyalog içerisinde işbirliği imkânlarının geliştirilmesi ve barışçıl çözümlerin ortaya konması gerektiğini düşünüyoruz.
‘Kalıcı barış için desteğe devam edeceğiz’
Ukrayna-Rusya savaşının sonlandırılmasına yönelik Türkiye’nin atacağı yeni adımlar var mı?
Barışın sağlanması için Türkiye savaşın başından beri son derece olumlu ve önemli roller oynadı. Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanları 2022 Mart ayında ilk defa (ve tek olarak) Antalya’da bir araya geldiler. Bunu, İstanbul’da Dolmabahçe’de gerçekleşen görüşmeler takip etti. Bu görüşmeler sonucunda, her iki taraf için kabul edilebilir bir metin üzerinde uzlaşma aslında önemli ölçüde sağlanmıştı. Uluslararası toplumda bu görüşmeler, “savaşı bitirmeye en yakın nokta” olarak kabul ediliyor. Ancak, o dönem savaşın sürmesini isteyen üçüncü taraf ülkeler buna imkân tanımadılar. Savaşın devam etmesinden maalesef tüm taraflar zararlı çıktı. Bilahare ülkemiz İstanbul’da tarafları bir araya getirerek tahıl koridorunun oluşturulması, esir değişimi ve iletişim kanallarının açık tutulması gibi konularda önemli aşamaların kat edilmesinde önemli rol oynadı.
Şimdi ABD Başkanı Trump tarafından sunulan bir barış planı gündemde. ABD’li yetkililer Rusya ve Ukrayna tarafı ile bu metin üzerinden müzakerelere devam ediyor.
Türkiye’nin barışın sağlanmasında oynayabileceği rol bugün tüm taraflarca çok daha iyi takdir ediliyor. Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin ülkemize son olarak yaptığı ziyaret, Sayın Cumhurbaşkanımızın Rusya Devlet Başkanı Putin ve Avrupalı liderlerle gerçekleştirdiği görüşmeler bu açıdan çok değerli. Kalıcı bir barışın sağlanması için destek ve katkı vermeye devam edeceğiz.
‘Pek çok Avrupa ülkesi Türkiye ile ilişkisini ilerletme çabasında’
“Avrupa güvenlik mimarisinde Türkiye’ye olan ihtiyaç” vurgusunu çok duyuyoruz. Nedir bu mimari? Türkiye’nin rolü ne olacak?
Gerçekten de bugün Avrupa ülkelerinin dış politikadaki en öncelikli konusu, Ukrayna’da barışın nasıl gerçekleştirileceği ve bundan sonra kendi güvenliklerinin nasıl sağlanacağı. ABD Başkanı Trump’ın yeni “güvenlik yaklaşımı”, Avrupa’dan daha fazla yük paylaşımı talep ediyor. Ukrayna’nın işgali, Rusya’nın silah üretim kapasitesinin artıyor olması ve ABD’nin bu yeni yaklaşımı Avrupa Birliği ülkelerini “ReArm Europe” yani Avrupa’yı yeniden silahlandırma politikasına yönlendirdi. Bir yandan Avrupa Birliği’nin savunma kapasitesi artırılmaya çalışılırken, diğer yandan NATO’nun kuzey ve doğu kanatlarının güçlendirilmesi üzerinde duruluyor. Kısacası Avrupa, Transatlantik boyutunda yer alan güven bunalımı ve kendi güvenliğine karşı gelişen tehdit algısı karşısında yeni bir güven mimarisi arayışında.
NATO’nin ikinci büyük ordusuna sahip olan, savunma sanayiindeki üretim kapasitesi ve teknolojik üstünlüğü ile ülkemizin, Avrupa’nın güvenlik mimarisi içerisinde önemli bir rol oynayabileceği genel kabul görüyor. Türkiye ile ilgili meselelerde, bu güne kadar “stratejik bir körlük” içerisinde davranan, bazı küçük AB üyelerinin bencil ve haksız taleplerinin yörüngesinde hareket eden Avrupa ülkelerinin artık ülkemizin “stratejik önemini” daha iyi algıladıklarını görüyoruz.
Bu algı değişikliğinin somut sonuçlara dönüşmesi ve savunma sanayii firmalarımızın AB projelerine kısıtlama olmadan katkı verebilmesi önemli. Bu açıdan, savunma harcamalarında finansman kolaylığı getiren SAFE mekanizması projelerinde, firmalarımızın kısıtlamalara tabi olmadan yer alabilmesi, “AB’nin Türkiye’ye bakış açısının ortaya konması” açısından önemli bir sınav olacak. AB’nin kurumsal hantallığını ve engellemelerini aşmak isteyen çoğu Avrupalı ülke, Türkiye ile ikili boyutta ilişkilerini daha ileri boyuta taşıma çabasında.
Doğal olarak, ülkemizin Avrupa ile ilişkileri sadece savunma ve savunma sanayi alanı ile sınırlı değil. Tam üyelik başta olmak üzere, vize konuları, Gümrük Birliği Anlaşmasının yenilenmesi gibi pek çok alanda AB ile ilişkilerimizde ilerleme kat edilmesi önemli.
‘Batı ile ilişki Brıcs ve şiö ile ilişkiye engel değil’
Yeni bir dünya düzeni kurulduğu öne sürülüyor. Türkiye nerede konumlanacak? Türkiye’nin BRICS ve ŞİÖ’deki pozisyonları ilerleyecek mi?
Uluslararası ilişkiler statik değildir. İnsanlık tarihi boyunca değişim temel kural olmuştur. Bu çerçevede yeni bir dünya düzeni arayışı aslında, geçmişte de şimdi de her zaman geçerliliğini korumuştur. Tarih boyunca tüm ülkeler, toplumsal, sosyal, siyasal ve teknolojik değişimlerin getirdiği yeni düzene uyum göstermek durumunda kalmıştır. Bu uyumu gösteremeyen devletler zor durumlara düşmüşlerdir. Tüm bu hususlar bugün için de geçerlidir.
Osmanlı’dan günümüze olduğu gibi Türkiye, Avrupa’nın ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye pek çok Avrupa kuruluşunun ve NATO’nun önemli bir üyesidir. Batılı ülkelerle ekonomik, sosyal ve güvenlik alanlarında yakın ve özel ilişkilerimiz mevcut. Ancak bu durum BRICS ve ŞİO ile ilişkilerimizin geliştirilmesinin önünde bir engel değil. Bir grubun diğerine alternatif olarak gösterilmesi yanlıştır. Ülkemiz milli menfaatlerine dayalı çok boyutlu dış politikası ile, Batı dünyasıyla olduğu gibi, Asya, Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika ülkeleriyle ilişkilerini her geçen gün daha da geliştirmektedir.




