DEM Parti, 29 Mayıs 2025’te AK Parti milletvekillerinin imzasıyla meclise sunulan 10. Yargı Paketi’ni, özellikle infaz sistemine ilişkin maddeler açısından yetersiz ve toplumsal beklentiyi karşılamaktan uzak buldu.
Parti, COVID-19 dönemi infaz düzenlemelerindeki eşitsizliklerin giderilmemesini eleştirerek, siyasi mahpuslara yönelik ayrımcı uygulamaların devam ettiğini vurguladı. Türkiye’de adalet sisteminde derin bir güven bunalımı olduğunu ve mevcut paketin bu krizi aşmaya değil, daha da derinleştirmeye hizmet ettiğini belirten DEM Parti, teklifin toplumsal barış ve hukukun üstünlüğü açısından ciddi eksiklikler içerdiği gerekçesiyle muhalefet şerhi düşüldüğünü açıkladı.
“10. Yargı Paketi, toplumsal beklentiyi karşılamaktan uzaktır”
DEM Parti’nin yazılı olarak yaptığı açıklamada şu ifadelere dikkat çekildi;
29 Mayıs 2025’te AKP milletvekillerinin imzasıyla meclise sunulan 10. yargı paketi henüz meclis gündemine gelmeden halkta büyük bir beklentiye yol açmıştır. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “Ceza adaletini daha etkin sağlayacağız, infaz eşitliği adına önemli düzenlemeler yapacağız, hasta mahpuslarla ilgili olumlu gelişmeler yasa kapsamında yer alacak, hiçbir mahpusun cezaevinde hayatını kaybetmesini istemeyiz, konutta infaz usullerinden daha çok kişi yararlanacak, Covid Yasası'ndaki eşitsizlikleri düzelteceğiz.” gibi sözleri bu beklentinin en temel sebebidir.
Türkiye'de her infaz düzenlemesi kamuoyunda yoğun ilgiyle karşılanmakta; mahpuslar, aileleri ve geniş halk kesimleri bu tür yasal değişiklikleri adaletin yeniden tesisi yönünde bir fırsat olarak görmektedir. Bunun temelinde, Türkiye’de adalet sistemine yönelik derin bir güven bunalımı ve ceza adaletinde yaşanan yapısal kriz yatmaktadır. Toplumsal adaletin en fazla sorgulandığı yerlerden biri olan cezaevleri, toplum vicdanındaki adalet duygusunun aynası haline gelmiştir. İşte bu sebeple 10. yargı paketinin özellikle de ceza infaz sistemini etkileyen maddeleri büyük bir umutla beklenmiş ancak paket bu beklentiyi karşılamamıştır.
COVID-19 düzenlemesinin yokluğu: Adli mahpuslara eşitsizlik, siyasi mahpuslara ayrımcılık
COVID-19 salgını döneminde çıkarılan geçici infaz düzenlemeleriyle, 31 Temmuz 2023 tarihinden önce cezası kesinleşmiş mahpuslara yönelik 3 yıl erken tahliye imkânı getirilmiştir. Ancak aynı tarihte dosyası henüz kesinleşmemiş olan mahpuslar, aynı suçu işlemiş olsalar dahi bu düzenlemeden yararlandırılmamıştır. Bu durum, hem hukuk devleti ilkesine hem de eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır.
Anayasa'nın 10. maddesi uyarınca, kanun önünde eşitlik temel bir ilkedir. Aynı suçtan yargılananlar arasında yalnızca yargılamanın tamamlanma zamanına göre bir ayrıma gidilmesi, nesnel ve makul bir nedene dayanmamakta; benzer durumda olanlar arasında keyfi bir farklılık yaratmaktadır. Örneğin, aynı dosyada yargılanan sanıklardan biri cezası erken kesinleştiği için tahliye edilirken, diğerinin davası uzun sürdüğü için bu haktan mahrum kalması, eşitlik ilkesini zedeleyen açık bir ayrımcılıktır.
10. yargı paketiyle bu eşitsizliğin giderilmesi ve İnfaz Kanunu Geçici 10. maddenin 31 Temmuz 2023 tarihinden önce işlenen tüm suçları kapsaması beklenirken iktidar bu konuda bir adım atmamıştır. Bunun en temel nedeni, tıpkı pandemi döneminde olduğu ve itiraz ettiğimiz gibi çıkarılan infaz düzenlemelerindeki temel kaygının, toplumsal adaleti sağlamak değil, siyasi gerekçelerle belirli kesimlerin cezaevinden çıkışını engellemektir. Pandemi döneminde de sanki salgın bütün mahpusları etkilemiyormuş ve bütün mahpusların sağlığa erişim ve yaşam hakkı değerli değilmiş gibi örgütlü suçlar kategorisi tamamen istisna tutulmuş; bu da ceza hukukunun en temel ilkelerinden eşitlik ilkesiyle çelişen kalıcı bir ayrımcı uygulamaya dönüşmüştür.
Maalesef Türkiye’de çıkarılan hemen her infaz düzenlemesinde sistematik bir biçimde adli mahpuslar lehine genişletici hükümler getirilirken, siyasi mahpuslar bu düzenlemelerin dışında bırakılmaktadır. Bu durum yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasal bir tercihin ve zihniyetin sonucudur.
Adli mahpuslar için erken tahliye, ceza indirimi ya da alternatif infaz yöntemleri tanınırken; düşüncelerinden, siyasal faaliyetlerinden veya kimliklerinden dolayı cezaevinde bulunan devrimciler, siyasetçiler, gazeteciler, insan hakları savunucuları ve öğrenciler bu kapsamın dışında tutulmaktadır. Bu bilinçli ayrım, hukukun evrensel eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır.
İktidar, siyasi mahpuslara karşı açık bir düşman ceza hukuku anlayışı benimsemekte; onları toplumun dışına iten, hak ve özgürlüklerini sistematik biçimde reddeden bir “istisna rejimi” uygulamaktadır. Bu rejim, hukuk devleti ilkesini aşındırmakta; cezanın sadece suçla değil, kimlikle, muhalefetle ve eleştiriyle bağlantılı hale geldiği bir adalet krizine yol açmaktadır.
Bu nedenle Türkiye'de çıkarılan infaz yasaları, adaletin değil, siyasi önceliklerin bir yansıması haline gelmiştir. Gerçek bir ceza adaleti reformu için, adli mahpuslara yönelik eşitliğe aykırı, siyasi mahpuslara yönelik de istisnacı ve dışlayıcı yaklaşımın terk edilmesi, hukukun kapsayıcı ve eşit uygulandığı bir rejimin inşa edilmesi zorunludur.
COVID-19 düzenlemesinin 31 Temmuz 2023’ten önce işlenen tüm suçlar yönünden düzenlenmesi ve erken tahliye imkanının tıpkı 2020’deki düzenlemenin yapıldığı tarihte Covid izninde olan herkese uygulandığı gibi 5 yıla çıkarılarak bu adaletsizliğin giderilmesi için Adalet Komisyonu görüşmeleri sırasında Partimiz tarafından Teklifin 21. maddesiyle ilgili değişiklik önergesi sunulmuşsa da reddedilmiştir.