CHP Genel Başkanı Özgür Özel, gazeteci Cüneyt Özdemir'i 13 Mayıs Soma faciasının yıl dönümü için düzenlenen sempozyumda eleştirdi. Özel, Özdemir'e yönelik olarak, "Soma, ‘Unutursak yüreğimiz kurusun’ diyenlerin unuttuğu, sırtını döndüğü yer. Dün de söyledim ilk günlerde burada reyting vardı. Sağ olsun hepsi birden buradaydı. Şimdi hepsi sırtını döndüler, gittiler. Şimdi isim isim söylesek, şu an her birisi, biri gitmiş Amerika’dan Youtube üzerinden yayın yapıyor. Atıyor, tutuyor. O gün buradaydın. Soma’yı unutturmayacaktın. Bir 13 Mayıs günü olsun ayırsaydın da gelseydin. Bu Soma’yı unutturmadığını bize gösterseydim. Bir gün bir Soma özel yayını yapsaydın o Youtube’da" ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Soma maden faciasının 11’inci yıldönümünde düzenlenen, ‘Maden İşletmelerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sempozyumu’na katıldı. Burada konuşan Özel, “Şu ana kadar 2 bin 79 madenci öldü AK Parti döneminde. 301’i bunların Soma’da, geri kalan bin 778’i; Ermenek’te, Şirvan’da, Amasra’da, çeşitli yerlerde ve Türkiye’nin çeşitli madenlerinde daha düşük sayılarda, birer, ikişer, üçer, 10 kişi, Şirvan’da 16 kişi, Amasra’da 43 kişi hayatını kaybediyor. Sonuçta 6,5 tane daha Soma oluyor, farkında değiliz. AK Parti döneminde, en büyük kayıp Soma’daki kayıp değil; hafızalardaki kayıptır, ölümlerin olağanlaşmasıdır, ölümlerin sıradanlaşmasıdır” dedi.
Özel, sempozyumda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Sözlerin sadece üçte biri tutuldu”
“‘Soma’da bu facia niye yaşandı ve bundan sonra yaşanmaması için neler yapmak lazım?’ çok konuşuldu, bundan sonra da çok konuşulmaya muhtaç. Bütün bir süreci çok yakından yaşamış, yasama süreçlerini takip etmiş, devamındaki ikincil - üçüncül mevzuat çalışmalarını takip etmiş bir milletvekili sıfatıyla şunu söyleyebilirim ki o günlerde Soma faciası olduktan sonra Somalı madenciler, yapmaları gereken itirazı 301 arkadaşlarını kaybettikten sonra, birlikte olmaları gereken, itirazı baştan yükseltmeleri gereken sendikalarının fiilen olmadığını gördükten sonra büyük bir isyanla sokaklara dökülüp 5 bin - 6 bin kişi sendikaya doğru yürüyüp sendika yönetimini istifa ettirip, 5 bin - 6 bin kişi kaymakamlık önüne gidip oturma eylemi yapıp, içlerinden seçilen 10 temsilcinin ülkenin başbakanıyla doğrudan görüştürüldüğü bir etkili ve dikkat çeken süreç yaşanıyordu. O süreçte işçilere 10 söz verildi, 10 söz kaleme alındı, 10 sözün altı imzalandı. Bu sözleri üçe ayıracak olursak üçte bir kısmı tamamen tutuldu. Bu tutulan söz, o güne dair örneğin çok da bence önemli kazanımları olan, hep dile getirdiğimiz, mücadelesini verdiğimiz iki gün hafta tatili sözü hayata geçti ve tutuldu. Yine iki asgari ücretin; yani yeraltında asgari ücretin iki asgari ücret olması sözü verildi, tutuldu. Şimdilerde aşındırılmaya çalışılıyor, fazla mesailer de onun içine dahil edilmeye çalışılıyor. Ölenlerin ailelerine verilen daire sözleri tutuldu. Bir kısım söz, büyük mücadelelerle yerine getirilebildi. Hiç kimse işten çıkarılmayacaktı, madenler yeterli, güvenli olana kadar devlet maaşları ödeyecekti. 2 bin 784 madenci, bir SMS mesajıyla işten çıktı. Tazminatları için beş yıl, altı yıl mücadele ettiler ve kurdukları Bağımsız Maden-İş Sendikası’nın kurucusu Tahir Çetin ile babasının hakkını arayan Ali Faik İnter bu mücadelenin içinde geçirdikleri bir trafik kazasıyla hayatlarını kaybettiler. Ondan sonra bütün Türkiye’nin bir daha vicdanı hareketi geçti ve ödemeler yapıldı. Sözlerin üçte biri tutuldu kategorik olarak. Üçte biri kısmen tutuldu; kısmi iyileştirmeler yapıldı. Efendim işte işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin örneğin karbonmonoksit maskesiyle çalışılmayacak… Zaten kazadan sonraki TMMOB raporunda var. 2 bin 684 tane karbonmonoksit maskesinin tarihi geçmiş zaten falan. Yerine oksijen maskeleri verilecek. İşte bu sözün bu kısmı tutuldu mesela. Ama esas olarak söylemek gerekirse madenler artık dünya standartlarında güvenli hale gelene kadar işletilmeyecek ve milletvekilleri madene inip ‘Buraları yeterince güvenlidir deyip, şahsi ve bedenini bir kefalet koymadan madenler bir daha çalıştırılmayacak’ gibi bir sözün hiçbir tarafı tutulmadığı gibi…
“Esas konuşulması gereken meseleleri konuşturmadılar”
Bugün Türkiye’de tabii ki iyi örnekler vardır, bu çağda bazı yatırımcıların veya tabi oldukları kendi uluslararası standartlara uyan firmalar var. Bunları bir kenara ayırıyorum. Doğrusunu, eğrisini de ayıracak kadar biliyoruz; kiminki algı yönetimi, kiminki gerçek, kiminki yanlış. Ama bildiğim bir şey var; bugün Türkiye’de 301 madencinin daha hayatını kaybetmemesi analarının, eşlerinin duasına bağlı. Evden yollarken vedalaşıyorlar, onların arkasından okunan dualara bağlı. Evlatlarına bağışlanıp bağışlanmayacaklarına bağlı. Her an bir benzer kazanın olabileceği bir coğrafyada yaşıyoruz. Hatta 11 yıl önce ‘Efendim madende 301 kişi ölmedi…’ Bu algı yönetiminde çok ustalıkla iktidar partisinin de kullandığı bir şeydir. ‘...Efendim madende aslında 800 kişi öldü. Bunların 500’ü kayıt dışı Suriyelilerdi’ falan. Sonra 300 kişi ölünce ‘İyi, azmış’ falan. Veya ‘İki vardiya birden içerideymiş, değişim sırasında hepsi kaybolmuş, birini söylüyorlarmış…’ Kardeşim 302’ncinin anası nerede ağlıyormuş? Gösterin. Yok. Çünkü önce 600’ü konuşturup sonra 300’ü küçük sayı gibi göstermek, ‘İçeride 500 de Suriyeli çalışıyormuş’ deyip, onu konuşturup, esas konuşulması gereken meseleleri konuşmamak. İşte oradaki sensörlerin alarm verdiği, alarmların kapatıldığı konuşulmasın diye bu işleri konuşturmak. Biz o dönem bu tip dezenformasyonlarla mücadele ediyorduk. Ve diyorduk ki, ‘Bu madende yurt dışından gelmiş, kayıtsız kimse yok.’ 11 yıl öncenin yalanı, 11 yıl sonra Zonguldak’ın gerçeği oldu geçtiğimiz günlerde. Zonguldak’ta bir yabancı kayıt dışı işçi madende hayatını kaybetti. Daha beteri; onu bildirip de sorumluluğunu üstlenmemek isteyen işvereni onu aldı, götürdü ormanlık araziye. Orada yakıp, yok etmeye çalıştılar. Türkiye’de işçi sağlığı, iş güvenliği, işyerleri, madenler bir boyutuyla da böyle yerler.
“AK Parti, 350 kat fazla maden ruhsatı verdi”
‘Peki buraya nereden geldik?’ diye bakarsanız, aslında birkaç tane rakam meselenin ne boyutta olduğunu ve nasıl bir denetimsizliğin söz konusu olduğunu gösteriyor. Bugün için Türkiye Cumhuriyeti devleti ve 79 yıl boyunca o devleti yöneten hükümetler, 79 yılda bin 186 tane maden ruhsatı kestiler. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidar döneminde AKP hükümetleri 386 bin ruhsat kestiler. Bir yerde bin 186, öbür tarafta 386 bin. Birisi, AKP döneminde; 386 bin. Yani Cumhuriyet döneminde kesilenlerin 350 katını, AK Parti döneminde kesmişler. Bir uçakla giderken ya da helikopterle biraz alçaktan uçarken, hele hele Karadeniz’deyse, gördüğünüz manzara sizi dehşete kaptırıyor. Sonra aktif maden - pasif maden, bu madenlerin haritası, hangisi daha açılmış, hangisi daha açılmamış diye baktığınızda gördüğünüz, göreceğinizin 8’de biri bile değil Karadeniz’de. Karadeniz’e tepeden bakmaya insan utanıyor. Yanılmıyorsam Ordu’nun ya da Giresun’un toplam alanlarının yüzde 78’i madene açılmış durumda. Yüzde 78’i - 80’i maden aramasına açılmış durumda. Korkunç bir durum var. Gözle görülen bunun 8’de biri kadarken insanın vicdanı el vermiyor. Tabii ki hiçbirimiz Türkiye’nin yeraltı zenginliklerinin, bilime uygun bir şekilde işçilerin sağlığı gözetilerek çıkarılmasına, ekonomiye kazandırılmasına ve Türkiye’nin bu zenginliklerinden yararlanmasına karşı insanlar değiliz. Ancak bilimsel madenciliği savunmak varken, vahşi madenciliğin denetimsiz bir şekilde ve hem doğayı katlederek, hem işçi haklarını, işçi sağlığını gözetmeksizin uygulandığını maalesef çok büyük bir üzüntüyle takip ediyoruz.
“6,5 Soma daha oldu, kimsenin umurunda değil”
AK Parti iktidarında bugüne kadar herhalde en büyük iş kazası ve hepimiz açısından en büyük kayıp Soma diye biliyoruz. 301 işçinin o gün kaybedilmesiyle. En büyük kayıp, ölümlerin sıradanlaşması kaybıdır. Çünkü öyle bir şey ki Soma’daki madenciler 301 kişi birden ölürken, Türkiye işçi sınıfına bir vasiyet bıraktılar. ‘Ne yaparsanız yapın birlikte yapın’ diye. Çünkü tek başına yapılan hiçbir mücadelenin, eylemin veya dile getirilen talebin değeri yok. Bu yüzden örgütlenmek önemli. Gerekirse ölürken bile toplu ölmek gerekiyormuş. Neden? 301 kişi öldü. Türkiye’ye dünyanın beş kıtasından 200’ün üzerinde televizyon kanalı canlı yayına geldi. Bir ay boyunca Soma’nın tepelerinden dünyanın ve Türkiye’nin en meşhur, anchormanları, anchorwomanları yayın yaptılar. Sonra da bastılar gittiler. 301 kişi ölmüştü. O günden bugüne 6,5 tane daha Soma oldu. Kimsenin umurunda değil. Çünkü teker teker ölüyorlar. Şu ana kadar 2 bin 79 madenci öldü AK Parti döneminde. 301’i bunların Soma’da, geri kalan bin 778’i; Ermenek’te, Şirvan’da, Amasra’da, çeşitli yerlerde ve Türkiye’nin çeşitli madenlerinde daha düşük sayılarda, birer, ikişer, üçer, 10 kişi, Şirvan’da 16 kişi, Amasra’da 43 kişi hayatını kaybediyor. Sonuçta 6,5 tane daha Soma oluyor, farkında değiliz. AK Parti döneminde, en büyük kayıp Soma’daki kayıp değil; hafızalardaki kayıptır, ölümlerin olağanlaşmasıdır, ölümlerin sıradanlaşmasıdır. Toplu halde haber değeri olmayan ölümün, canın bir kıymetinin olmamasıdır.
Cüneyt Özdemir'e; "Amerika’dan yayın yapıyor; atıyor, tutuyor"
Biraz önce TMMOB ile ilgili düşüncelerimi ve duygularımı ifade etmiştim. Bugün de burada böyle bir sempozyumun yapılıyor olmasının son derece kıymetli olduğunu ifade etmek isterim. Tabii devamında Soma’da 11 yıldır, dün de olduğu gibi hep birlikte ‘Unutmadık, unutmayacağız. Bundan sonra da unutturmayacağız’ diyoruz. Ben 11 yıldır her yıl 13 Mayıs günü burada oldum. Sağlığım el verdikçe, hayatta oldukça, özgür oldukça, ayakta oldukça da gelmeye devam edeceğim. Buraya gelmeyi tarih önünde edilmiş bir yemin, bir ant olarak aklımda tutmaya da devam edeceğim. Bence hepimizin de böyle yükümlülükleri var. Soma, ‘Unutursak yüreğimiz kurusun’ diyenlerin unuttuğu, sırtını döndüğü yer. Dün de söyledim ilk günlerde burada reyting vardı. Sağ olsun hepsi birden buradaydı. Şimdi hepsi sırtını döndüler, gittiler. Şimdi isim isim söylesek, şu an her birisi, biri gitmiş Amerika’dan Youtube üzerinden yayın yapıyor. Atıyor, tutuyor. O gün buradaydın. Soma’yı unutturmayacaktın. Bir 13 Mayıs günü olsun ayırsaydın da gelseydin. Bu Soma’yı unutturmadığını bize gösterseydim. Bir gün bir Soma özel yayını yapsaydın o Youtube’da. Öbürü Türkiye’nin en büyük gazetelerinin birinde duruyor. Ama dün bakıyorsunuz gazeteye Soma yazmıyor hiç, küçük küçük yer ayırıyorlar. Sadece siz, biz ne yaparsak bugünkü gazetelerde küçük, küçük ya da iktidara müzahir olmayan bir takım televizyonlarda küçük, küçük haberler olarak yer alıyor. Unutulmaması için bir kez daha hatırlatacağım. İlk önce çok kesin bir şekilde ilk üç gün, beş gün sanki maden sahipleri hiç sorumlu değilmiş gibi bir hava estirilince, büyük bir tepki dalgası… Madencilerin biraz önce söylediğim gibi Soma Kaymakamlığı’nın o zaman adliye zemin katındaydı, önünde yaptıkları eylemlerle gözaltına alınması gerekenler gözaltına alındı. Tutuklanması gerekenlerin bir kısmı tutuklandı. Bir kısmı tutuksuz yargılandı. Can Gürkan alındı, Alp Gürkan tutuksuz yargılandı. Ama ilgi çok yüksekti.
“Bir tarafta lüks cipler, bir tarafta Selçuk Kozağaçlı, Can Atalay var”
Mahkeme Akhisar’a alındı. Akhisar’da bir konferans merkezi mahkeme salonuna dönüştürüldü. Genç, idealist bir hakim, suçluların yüzü yerde, annelerin ve evlatların feryatları çınlıyor. İlk gün her aileden bir kişi alınabildi. Çünkü 400 kişilik oturacak yer var. Kapının önünde 4-5 kilometre kuyruk var. Kavga var, herkes girmek istiyor. Partilerin genel başkanları orada, grup başkanvekilleri orada, genel başkan yardımcıları orada. Her partiden en yüksek kıdemde, rütbede iki kişi filan alınabiliyor. Sonra herhalde 26-27 blok duruşmada, 87 gün, gittik, geldik. Gittik, geldik. Yıllar sürdü. Son gün karar açıklanacak, koltukların yarısı boş. Aynı salondayız. İlk önce bir idealist hakim, herkes ondan razı… Savunmalar, bahçe görülmeye değer. Türkiye’nin en lüks araçları var bahçe tarafında. Nasıl denir? Bir meslek açısından saygısızca ifade olsun da istemem. Türkiye’nin en çok kazanan avukatları var. En pahalı arabalarını almışlar. Birileri basmış parayı ve İstanbul’dan 34 plakalı süper lüks cipler, arabalar, spor arabalar dolu orada. Hepsi maden şirketini savunmaya gelmiş. Öbür tarafta araba bile yok. Birkaç tane mütevazı araba. Toplu taşıma ile filan gelen. Çağdaş Hukukçular var, gönüllü avukatlar var. Bir tanesi Sercan Okur. Soma’dan. Manisa Barosu var. Selçuk Kozağaçlı var. Akbili var mı bilmiyorum? Arabası olmadığı kesin. Can Atalay var. Bunlar gönüllü arkadaşlar.
"Bir tane tutuklu bırakmadılar, hepsini birden saldılar"
Savunmalar teknik olarak havalı ama ahlaken zayıf, ahlaki üstünlüğü yok. Bu tarafta şartlar kısıtlı. Bir şey yansıtılacak, bir sürü imkansızlıklar, zorluklar var. Ama acayip bir inanmışlık, adanmışlık var. Ahlaki üstünlük bu tarafta. Bütün acılara rağmen moral, motivasyon tümüyle bu tarafta. O hakimin tavırlarına da yansıyor, zaten adil davranıyor. Gidişatta bunlar 301’er kez ağırlaştırılmış müebbet alırlar gibi düşünüyor herkes. Adalet için gün sayılıyor. Uzadı, uzadı, uzatıldı. Tabii envai çeşit numaralar, envai çeşit uzatma taktikleri. Ama yine de artık karara doğru gidiliyor. ‘Karara gidilmesin’ diye Manisa’da başka bir mahkeme açtırıyorlar, o mahkemeyi bekleme konusu yaptırmak istiyorlar. Çünkü arada darbe olmuş, marbe olmuş. FETÖ diye bir şeytan bulmuş. Diyorlar ki ‘Aslında bu bir maden kazası değil bir sabotaj oldu, hükümeti yıpratmak için bunu FETÖ’cüler yaptı. Sizin gibi biz de mağduruz. Oradaki mahkemeyi bekleyelim. Orada böyle bir mahkeme açıyorlar.’4- 4,5 ay böyle bir deli saçmasıyla bekletiyorlar. Ve tam kararın çıkılacağı gün, mahkeme başkanı bir mazeret bildirmek zorunda kalıyor, sonrasında o mahkeme başkanı yaptığı başarılı işlerden dolayı terfiyen İzmir’de bir üst mahkemeye gönderiliyor, yerine ölenleri suçlu bulan, geçmişteki pratiğinden, Elbistan’dan bir hakim getiriliyor. O hakim, düşünün şimdi, yanlış bir rakam vermek istemem ama, bu hakimin beş senede okuduğu dosyaları böyle 5 dakikada okuyor. 30- 35 günde okuyor. Diyorlar ki ben hatırlıyorum Can’da herhalde, ‘Ya hakim bey böyle çevirirsen, hesapladım, sayfa çevirme hızıyla sen daha sayfaları çevirmeyi bitirmiş olamazsın’ diyor. ‘Nasıl karara çıkacaksın?’ diyor. Çıkıyor karara. Karar, olası kastla ölüme sebebiyet vermek beklenirken taksirle ölüme sebebiyet verme. Müthiş bu tarafta büyük bir sevinç, İstanbul’a dönerken ciplerde mutlu mutlu şarkılar. Bir tane tutuklu bırakmadılar. Hepsini birden saldılar. Büyük bir memnuniyetle, biz ilk aşamayı kaybettik. ‘Mücadeleyi bırakmayacağız dedik’, ağlayanlara ‘Ağlamayın’ dedik. ‘Bu işin Yargıtay aşaması var’ dedik. ‘Türkiye’de bunu bilmeyen kalmayacak’ dedik.
“Yargıtay’a giderken toplum bu rezaletin farkındaydı”
Gerçekten de dediğimiz yaptık. Ve Yargıtay’a giderken toplum bu rezaletin farkındaydı. Sonra Yargıtay’ın ilgili dairesi beş kişiyi, 5-0’la bu kararı bozdu. Ve şöyle bir şey yazdı gerekçeye, olası kast hükmü burada kullanılmayacak, kurulmayacaksa hangi davada kurulacak? Yasaya konmasına ne gerek var? Diyor ki ‘Yasa koyucu olası kastı ne niyetle koyduysa, onun fazlası burada gerçekleşmiş.’ ‘Olası kastla yargılaman lazım. Nasıl basit kusur, basit taksirle bilmem neyle yapıyorsun’ deyip, buraya geri yolladı. Yolladı ama gelmedi. Şundan dolayı gelmedi. Bir el Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na beş gün içinde bu kararı buraya yollaması lazım ya, bilemedim beş hafta içinde. Beş gün içinde yollayabilir. O kararı 5,5 ay ay yollamadılar. Bir tuhaflık var. Arkadaş karar alınmış, niye gelmiyor? Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yollamamış. Karara ulaşınca mahkeme yeniden toplanacak. Yargıtay’ın dediği yerden yargılayıp, bu cezaları, düşük verilenleri bozacak, olması gereken gibi ceza verecek. 5,5 ay yollamadı. Bu 5,5 ayın sonuna doğru 6’ncı ayın ilk haftasında ilgili daireye üç yeni hakim atandı. Bu hakimlerden birinin adı Mustafa Yapıcı, birinin adı Kenan İpek, birinin adı Fuzuli Aydoğdu. Kenan İpek’i şuradan hatırlayacaksınız. 10 Ekim Gar Katliamı olduğunda, o zaman parlamenter sistemdeyiz, seçime giderken üç bakan istifa ediyor, yerine üç bakan geliyor ya. O sırada gelen Adalet Bakanı. Hani Tayyip Erdoğan’ın kabinesine aldığı, daha doğrusu almak zorunda olduğu Adalet Bakanlığı Müsteşarı. O dönemin gözde müsteşarı. Kıkır kıkır gülüyordu hatırlarsanız. ‘Ne gülüyorsun?’ dediler, ‘Buna gülmüyordum, başka şeye gülüyordum’ dedi. O Kenan İpek. Mustafa Yapıcı ve Fuzuli Aydoğdu. Bu arkadaşlar buraya gelince ilgili dairede heyet yeniden oluştu beş kişi. Ve dosya yollanmak yerine, düşünsenize Yargıtay savcısı Yargıtay kararına çok rutin bir iş değil itiraz etmesi de. Edeceksen et, görsünler. 5,5 ay ne itiraz etmiş, ne göndermiş. Elde tutmuş. Beş ay bir hafta sonra heyet değişti, ondan sonra itiraz etti bu karara. Yeni gelen üç arkadaşın oyuyla, o beş sıfırlık karar, üçe iki bozuldu. Ve orası kast değil, burada verilen bilinçli taksir de değil, basit taksir büyük bir kısmı. Bir kısmı bilinçli taksirle onayladılar. Ve buraya çok ufak tefek bozmalarla ışık hızıyla yolladılar. Buradaki hakim bir daha toplandı, beraat edenleri zaten beraat ettirmişti, etmeyenlerin bir kısmı daha etti. Ceza alanların içeride kalmasını gerektirmeyecek şekilde cezaları onaylanmış oldu. Film bitti.”