0-6 yaş döneminin eğitim açısından taşıdığı hayati önemi anlatan Daştan, Türkiye’nin okul öncesi alandaki eksiklerine dikkat çekti. Yaklaşık 32 yıldır eğitim alanında çalışan Daştan, “İnsan, doğduğunda gelişimini tamamlamamıştır, eğitimle gelişimini tamamlar” diyerek 0-6 yaş aralığının en kritik dönem olduğunun altını çizdi.
Okul öncesi eğitimde güvenin belirleyici rolüne dikkat çeken Botanik İngiliz Kültür Kreş ve Gündüz Bakımevi Kurucusu Rahime Daştan ise, çocukların sağlıklı gelişimi için ailelerle kurulan ilişkinin temel bir unsur olduğunu söyledi. “Aile, eğitim sistemine güvenmediği sürece çocuğun gelişiminde yol almak mümkün değil” diyen Daştan, kendi kurumlarında çocuklara hazır bilgi sunmak yerine, doğal ortamlarda öğrenme süreci oluşturduklarını belirtti. Tavuklardan yumurta saymak, ağaçtan erik toplamak gibi deneyimlerle çocukların aktif katılımını sağlayan Daştan, “Her çocuk öğrenir ama her çocuğun öğrenme biçimi farklıdır” ifadelerini kullandı.
Elips Haber’in eğitimle ilgili sorularını yanıtlayan Cafer Daştan şunları söyledi;
“Çocukla temas edecek insan sayısı çok az”
Neden okul öncesi eğitim?
Okul öncesi eğitim denince saatlerce konuşmak lazım. Öncelikle “İnsan nedir?” sorusuna yanıt vermek lazım. İnsan; gelişimini tamamlamadan doğan bir varlıktır. Diğer bütün canlılar gelişimini hemen hemen tamamlıyor fakat insan gelişimini tamamlamadan erken doğuyor. Gelişimini tamamlamayan bir varlığı geliştirmek lazım. Peki bu nasıl olacak? Bu, eğitimle mümkün. İnsanı insan yapay şey eğitimdir. Eğitim olmadan insan insan olmaz. İnsan niteliklerine kavuşması için eğitim olması gerekiyor.
İnsan, sinir sisteminin yüzde 25’ini tamamlamış bir şekilde doğuyor. Geri kalan yüzde 75’lik kısmı 0-6 yaş döneminde tamamlanıyor. Bu tamamlanma sürecinde eğer insan iyi bir eğitim sisteminden geçmezse insan insan olmuyor.
İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden en önemlisi eğitimdir. Tabi bu eğitimin nasıl, nerede verileceği de önemli. İlkel dönemlerden itibaren eğitim yaklaşımını irdeleyecek olursak; eski dönemlerde hatta bu konuda bir atasözü var, “Bir çocuğu yetiştirmek için köy gerekir” diye. Köyde komşular, çevre, birçok insanın etkisiyle çocuk gelişir diyor. 21’inci yüzyılda köylerimiz yok. Şehirlerimiz var, çok katlı binalarımız var. Anne baba vaktinin büyük bir kısmını dış mekânlarda geçiriyor. Çocukla temas edecek insan sayısı çok az. Dolayısıyla bir varlığın gelişimini tamamlaması için eğitim kurumlarına ihtiyacı var.
Ama nasıl eğitim kurumu? Bunu da tartışmalıyız. Şimdi eğitim kurumlarına baktığımız zaman bundan 50 yıl önce okul nasılsa şimdi de okul aynı. Dört duvar var, masalar var, sıralar var, öğretmen var.
Değişimin ve dönüşümün en hızlı yaşandığı alan eğitim. Fakat çağın gereklerine ayak uyduramazsa çocuk için okul adeta işkence haline geliyor. Örneğin; ülkemizdeki çocukların tamamı kar tatili geldiği zaman dünyanın en mutlu insanları oluyor. Okula gitmediği zaman çocuklar mutlu oluyor. Ya da okula giden çocuklara bir bakacak olursak. Sabah okula giden çocuklar genelde istemeyerek gidiyor. Akşam okulun bitiş zili çaldığı zaman tüm çocuklar çığlık atarak bir an önce okuldan çıkmak istiyor. Demek ki çocuklar orada mutlu değil. Tüm öğrencilere monoton bir eğitim yaklaşımı; otur, kalk, şunu yapma, bunu yapma. Böyle bir eğitim yaklaşımı artık yok ama maalesef bizim gibi ülkelerde eğitim yaklaşımı bu şekilde devam ediyor. Dolayısıyla çocuklar mutsuz, öğretmenler mutsuz, veliler mutsuz. Toplumun tamamı mutsuz.
“Çocuk beyin gelişiminin yüzde 75’ini 0-6 yaş arasında tamamlıyor”
Bütün bunların sıfırdan ele alınması gerekiyor. Tabii eğitim öyle bir şey ki; programda şimdi bir değişiklik yapsanız bunun meyvesini 30 yıl sonra alırsınız. Bu konu bilimsel verilerin ışığında ele alınmalı. Ülkemiz bazı yıllarında eğitimde ciddi hamleler yapmış.
Okul öncesi en önemli dönem. Gelişmiş ülkeler eğitim yatırımlarının yüzde 80’ini okul öncesi eğitime yapıyor. Yüzde 20’lik kısmını diğer dönemlere aktarıyor. Çünkü çocuğu yetiştirmek, biçimlendirmek 0-6 yaş arasında başlıyor. Çocuk beyin gelişiminin yüzde 75’ini 0-6 yaş arasında tamamlıyor.
Biz, okul öncesi alanda çalışıyoruz. Türkiye’deki okul öncesi eğitimleri görünce tüylerim diken diken oluyor. Okul öncesi ne yazık ki önemsenmiyor. Bakım hizmeti gibi görülüyor ancak durum böyle değil.
Bu alanda yaptığınız yatırım çocuğun tüm gelişim süreçlerini belirliyor. Ülkemiz bu durumda ne yazık ki sınıfta kalmış durumda. Okul öncesi eğitimin kendine özgü bir programı yok.
Ülkemiz yabancı dil konusunda da sınıfta kalmış durumda. 21’inci yüzyıl becerileri içerisinde dil becerisi son derece önemli. Cep telefonunuz varsa dünyanın her tarafındaki bilgiye saniyeler içerisinde ulaşabiliyorsunuz. Bilgilerin yüzde 80’i, 90’ı ingilizce üretiliyor. Dolayısıyla iyi bir dil beceriniz yoksa doğru ve sağlıklı bilgiye ulaşma şansınız yok.
Bizde genelde “Önce ana dilini öğrensin, ileriki yıllarda dil öğrenir” deniyor. Dil, okul öncesinde öğrenilir. Beyinde, dil öğrenme merkezleri vardır. Bu merkezler 6 yaştan sonra kapanmaya başlıyor ve 6 yaştan önceki dönemde ana dili dışında 4-5 tane dili aynı anda öğretebilirsiniz.
Özellikle 3-6 yaş arasındaki çocuklar 4-5 dili çok rahat ve kalıcı bir şekilde öğrenebiliyor.
0-6 yaş arasında birden fazla dile maruz kalan çocukların zihinsel gelişim süreçleri farklı oluyor. Biz genellikle doğudaki çocukların daha zeki olduğunu söyleriz. Bunun asıl sebebi 3-4 tane dile maruz kalmaları. Doğuda Kürtçe, Arapça, Zazaca ve Türkçe konuşanlar var. Bu durum çocukların gelişimine ciddi katkı sunuyor.
“Bütüncül bir eğitim sisteminin olması gerekiyor”
Velileri eğitim sistemine nasıl dahil ediyorsunuz?
Veliler, eğitimin içerisinde aktif olarak rol alıyorlar, almalılar. Veli toplantıları, velilerle yapılan seminerler, kurumsal çalışmalar…
Tüm bunların çocuğun eğitimine katkısı büyük. İşimiz kolay değil çünkü dünyadaki en zor iş eğitimdir. Eğer eğitim yeterli olmazsa ne kalkınma olur, ne ekonomi olur. Ancak topyekün bir eğitim olması gerekiyor. Ülkede ciddi bir davranış değişikliği meydana getirmek istiyorsak bütüncül bir eğitim sisteminin olması gerekiyor.
“Eğitimde çift başlılığın sona ermesi gerekiyor”
Kreş ve gündüz bakımevlerinin temel sorunları neler, ne gibi sorunlar üretilebilir?
Ülkemizde okul öncesi eğitim iki farklı alanda ilerliyor. Biri, MEB’e bağlı olan anaokulları, diğeri ise Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Kreş ve gündüz bakımevleri. Bunların iki farklı çatı altında olmaması gerekiyor. Bir eğitimci olarak benim görüşüm. Türkiye’deki tüm eğitim çalışmalarının MEB tarafından yürütülmesi yönünde. Fakat çok eskiden kalan bir yönetmelik doğrultusunda 0-6 yaş kreş ve gündüz bakımevleri, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı. Buradaki çift başlılığın sona ermesi gerekiyor. Bu durum zaman zaman bazı durumlarda karıştırılıyor. Kreş ne demek, anaokulu ne demek, gündüz bakım evi ne demek? Gibi. Tüm bunların tek çatı altında okul öncesi eğitim kurumu adı altında bir araya getirilerek MEB’e bağlı olması gerekir. Ancak ülkemizde okul öncesi eğitime bakış açısı çok eksik. 0-6 yaş çocuklarının yaklaşık yüzde 30’u, 40’ı okul öncesi eğitim kurumlarından yararlanıyor. Yani yüzde 60’lık, 70’lık kısmı yararlanamıyor ve bu ciddi bir oran.
Kreş ve gündüz bakım evlerinde bina standartları vardır. 50-100 metrekarelik alanlarda anaokulu hizmeti verilebiliyor. Öncelikle bunun düzeltilmesi lazım. Bence bir anaokulunun bin metrekare bahçesi olması lazım. Mahalle alanlarında, hiç bahçesi olmayan yerlere anaokulu yapılıyor.
Kurucu Rahime Daştan ise sorularımıza şu yanıtları verdi;
“Kurum seçiminde güven önemli”
Velilere ne gibi güvenceler veriyorsunuz? Veliye düşen görevler nelerdir?
Öncelikle biz kendi eğitim yaklaşımımızı velilere anlatıyoruz. Çocuklarını buraya gönderdiklerine nelerle karşılaşacaklarını anlatıyoruz. Biz, uzun yıllardır bu işi yaptığımız için belirli bir güven oluşturmayı başarmış kişileriz. Çünkü bu işte güven esas olmadığı sürece istediğiniz eğitim modelini uygulayın çocuğun ailesi güvenmediği zaman bir yol alınması mümkün değil. Konuşma şeklimiz, davranış biçimimiz tüm bunlar güven çatısı oluşturan şeyler.
Bu güvenin ardından aileler çocuklarını buraya çok rahat bir şekilde getirebiliyor. Aileler bize güvendiğinde, mesleki yeterliliğimize ikna olduğu zaman, “Siz, çocuğunuzun gelişiminde şöyle hatalar yapıyorsunuz, bunu yapmamanız gerekiyor” diyebiliyoruz ve aileler buna rahat uyum sağlıyor. Bu durum çocuğun gelişimine de son derece önemli rol alıyor.
“Farklılıkları göz önünde bulundurarak çalışma ortamları oluşturuyoruz”
Öğrencilerinize ne gibi eğitimler veriyorsunuz?
Biz, 0-6 yaş grubuyla çalışıyoruz. Okullarımızda şuna çok dikkat ediyoruz; çocukların kaliteli bilgiyi alırken bunu doğal bir ortamda ve doğal yollarla almasını sağlıyoruz. Örneğin, çocuklarla matematik çalışmasını tavuklardan yumurta sayarak yapıyoruz. Ya da ağaçtan erik toplayarak yapıyoruz. Bilgisayardan çıktı aldığımız iki kareyi boyayalım şeklinde yapmıyoruz.
Çocuklar burada bir şey öğrenmek için kendini asla zorlamıyor ve hiçbir şey için zorlanmıyor. Öğretmenin rehberlik ettiği çocuğun tamamen aktif olduğu bir sistemle ilerliyoruz. Bir atölye ortamı hazırlıyoruz, orada birçok materyal oluyor ve bunlarla çocukların var olan potansiyelini üst düzeye çıkarıyoruz.
Okullarda her öğrenciye standart bir eğitim vermeye çalıştığınızda çocukların var olan potansiyelinin gerilediğine inanıyoruz ki bunu kendi çocuklarımızda da gözlemledik. Her çocuk öğrenir ancak her çocuğun öğrenme yöntemi farklıdır. Farklılıkları göz önünde bulundurarak atölye ortamlarında farklı bir çalışma ortamı oluşturuyoruz.
Biz, doğayı çok yoğun kullanıyoruz. Hayvanlarımız var, tavuklarımız, kaplumbağalarımız, kapalı yüzme havuzumuz var. Bir çocuğun plastik oyuncaklar dışında toprağa dokunarak oynamasını, hayvanları sevmesini çok önemsiyoruz. Bunları yaparken çocukların piyano çalmasını da önemsiyoruz, yüzmeyi öğrenmesini de önemsiyoruz.