CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM'de düzenlenen grup toplantısında konuştu.

MHP'li Feti Yıldız: Süreç komisyonunun çalışma süresi uzayabilir
MHP'li Feti Yıldız: Süreç komisyonunun çalışma süresi uzayabilir
İçeriği Görüntüle

Enflasyon ve zamların nedeninin 19 Mart’ta İmamoğlu’na yapılan operasyon olduğunu savunan Özel, “Açıkça söyleyeyim: 19 Mart’ta bir sivil darbe yaşandı. 19 Mart sivil darbesi, bu ekonomik tablonun asıl nedenidir. Buradan bütün vatandaşlarımıza hatırlatmak isterim; bu darbenin maliyeti 160 milyar dolardır. Bu, emekliye gerekli kaynağın 70–80 katı, asgari ücretliye gerekli kaynağın ise yaklaşık 90 katı büyüklüğünde devasa bir paradır. En dikkat çekici yanı şudur ki, iktidara en yakın ekonomi yazarlarının ve yorumcularının dahi itiraz edemediği somut göstergeler ortadadır. Türkiye’de İstanbul Borsası’nda işlem gören en büyük 100 şirketin ortalaması, bir günde yüzde 9 düşer mi? Normalde insanlar yüzde 0,1’lik kâr artışı için mücadele ederken, bu şirketlerin ortalama değeri bir günde yüzde 9 geriledi. Ertesi gün yüzde 6 daha düştü. Yüzde 9’luk düşüş, darbenin yaşandığı gündü” ifadelerini kullandı.

“Öymen, Zeyrek ve Durbay anıldı”

Özel'in konuşması şöyle:

2025 yılının son grup toplantısını yapıyoruz. Yaklaşık bir ayı aşkın, 35 gündür grup toplantılarımızı; hem bütçe maratonu hem de bazı haklı ve üzücü mazeretler nedeniyle gerçekleştirememiştik. Bugün, yılın son grup toplantısında yeniden bir aradayız.

Geride bıraktığımız yılı ne yazık ki ağır sorunlar altında geçirdik ve bu sıkıntılar devam ediyor. Zulmü de gördük, darbeyi de yaşadık; zorlukları hep birlikte omuzladık. En yakınlarımızın, evlatlarımızın kayıplarıyla sınandık. Ancak bugün burada, bir yılın muhasebesini yapmak ve yeni yıla girerken umutlarımızı tazelemek için bulunuyoruz.

Konuşmama başlarken; Haziran ayında elim bir kazada kaybettiğimiz Manisa Büyükşehir Belediye Başkanımız, kardeşim Ferdi Zeyrek’i anmak istiyorum. Siyasette nezaketi temsil eden, adeta Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve Cumhuriyet’in yaşayan bir kütüphanesi olan, ağaçlar gibi ayakta duran Genel Başkanımız Altan Öymen’i de kaybettik.

Henüz dokuz gün önce ise doğup büyüdüğüm ilçe olan Şehzadeler’in genç kadın belediye başkanı, 21 yaşından itibaren partimiz için emek veren; partinin oy oranını yüzde 6’dan yüzde 13’e çıkaran, ardından ilde yüzde 60 oyla ve ilçede parti tarihinin en yüksek oyunu alarak, ittifaksız şekilde belediyeyi kazanan Gülşah Durubay kardeşimizi, evladımızı kaybettik.

Başta bu değerli yol arkadaşlarımız olmak üzere, Türkiye’nin dört bir yanında örgütümüze ve partimize emek vermiş, bugün aramızda olmayan; 2025 yılında kaybettiğimiz tüm üyelerimizi rahmetle, minnetle anıyorum.

“Faiz bütçesinin sorumlusu olan tek kişi, gelip Meclis’te bütçesini savunmadı”

Bütçenin savunulması konusunu neden önemsiyorum? Çünkü rejime kasteden anayasa değişikliği, OHAL şartları altında yapıldı. “Bir aylığına, bir buçuk aylığına, üç aylığına ilan ediyoruz; kısa sürede kaldırırız” diyenler, hatta iktidara geldiklerinde OHAL’i uzatmamakla övünenler, üç aylık ilan edilen OHAL’in içine üç yılı sığdırdılar.

Bu süreçte, OHAL koşulları altında anayasa değişikliği Meclis’te görüşüldü. Oysa dünyanın pek çok anayasasında, olağanüstü hâl şartlarında anayasa değişikliği yasaktır. Aynı koşullarda kampanya yapıldı, seçim gerçekleştirildi, sandık kuruldu ve öncesi, sırası ve sonrası son derece tartışmalı bir referandumla rejim değiştirildi. Ardından OHAL’den vazgeçilmeden baskın seçim yapıldı.

“Verin yetkiyi, görün etkiyi”, “Ülkeyi şirket gibi yöneteceğiz” denildi. Yeni sistemle birlikte Bakanlar Kurulu ortadan kaldırıldı; tek kişilik bir hükümet sistemi kuruldu. “Millet bir kişiyi seçecek, her şeyden o sorumlu olacak; beş yıllığına seçeceksin, gerisine karışmayacaksın” anlayışıyla demokrasiyle bağdaşmayan bir düzen getirildi.

Sandık öncesini ibra eden, sandık sonrasına sınırsız meşruiyet tanıyan bu sistem; milletvekilinin yüz yüze sözlü soru hakkını, gensoru hakkını ve Meclis’in hükümeti düşürme yetkisini ortadan kaldırdı. “Her şeyin sorumlusu benim” diyen bu anlayışla yapılan anayasa değişikliği yürürlüğe girerken, bugün gelinen noktada; bu yoksulluk bütçesinin, bu sömürü bütçesinin, bu faiz bütçesinin sorumlusu olan tek kişi, gelip Meclis’te bütçesini savunmadı.

Allah kimseyi, “verin yetkiyi” deyip yetkiyi aldıktan sonra, yaptığı bütçeyi Meclis’te savunamaz hâle düşürmesin.

“Artık karşımızda bir iktidar partisi yok, müstakbel bir muhalefet partisi var”

Ben, Meclis grubumuzun hem komisyonlarda hem de Genel Kurul’daki performansından memnunum. Bu nedenle teşekkür ettim. Memnunum; çünkü iktidara hazırlar. Tahmin ediyorum ki Sayın Erdoğan da bunu görüyordur.

Doğruya doğru; AK Parti’nin performansından da memnunum. Muhalefete hazırlar; ancak iktidar perspektiflerini ve yönetme kabiliyetlerini kaybetmiş durumdalar. Artık karşımızda bir iktidar partisi yok, müstakbel bir muhalefet partisi var. Ana muhalefet olabilirler mi, onu zaman gösterecek; ama muhalefete hazır oldukları açık.

Meclis Genel Kurulu’na ya da Plan ve Bütçe Komisyonu’na baktığımızda tablo nettir; Bir tarafta sorunu gören, itirazı duyan ve çözüm öneren bir parti vardır; Cumhuriyet Halk Partisi. Diğer tarafta ise ya sorunları duymayan ya da kendilerine verilen 70–80 dakikalık kürsü sürelerini çözüm anlatmak yerine, son gün hakaret etmek için kullanan bir partiyle karşı karşıyayız. Ülkenin ana muhalefet partisine muhalefet eden bir anlayış söz konusudur.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, sokakta, meydanda, eylemlerde ve mitinglerde sıkça dile getirdiğimiz bir gerçeği artık Meclis’te de görünür hâle gelmiştir; Ahlaki üstünlük de, psikolojik üstünlük de el değiştirmiştir. Bu yüce çatı altında artık psikolojik üstünlük muhalefettedir; iktidar fiilen olmasa da fikren ve zikren iktidardan düşmüştür. Ana muhalefet ise fikren ve zikren iktidara oturmuştur.

İktidarın fikrî ve zihnî değişimi gerçekleşmişken, fiilî değişim için millet sandığa gün saymaktadır. Bundan sonraki süreçte de; kimsenin sesini duymayan, depremzedenin, emeklinin, barınma sorunu yaşayanın sesine kulak tıkayan; 3 bin liralık öğrenci kredisiyle günde bir çorba dahi içemeyen gencin, açlık sınırının üçte ikisine mahkûm edilen asgari ücretlinin sesini duymayan AK Parti, sıcak salonlara hapsolmuş, politikasız ve çaresiz bir parti görünümündedir.

“19 Mart sivil darbesi, bu ekonomik tablonun asıl nedenidir”

Ama soruyorum; geçen sene ne oldu da bu hedef tutmadı? Geçen yıl ne yaşandı? Açıkça söyleyeyim: 19 Mart’ta bir sivil darbe yaşandı. 19 Mart sivil darbesi, bu ekonomik tablonun asıl nedenidir.

Buradan bütün vatandaşlarımıza hatırlatmak isterim; bu darbenin maliyeti 160 milyar dolardır. Bu, emekliye gerekli kaynağın 70–80 katı, asgari ücretliye gerekli kaynağın ise yaklaşık 90 katı büyüklüğünde devasa bir paradır. En dikkat çekici yanı şudur ki, iktidara en yakın ekonomi yazarlarının ve yorumcularının dahi itiraz edemediği somut göstergeler ortadadır.

Türkiye’de İstanbul Borsası’nda işlem gören en büyük 100 şirketin ortalaması, bir günde yüzde 9 düşer mi? Normalde insanlar yüzde 0,1’lik kâr artışı için mücadele ederken, bu şirketlerin ortalama değeri bir günde yüzde 9 geriledi. Ertesi gün yüzde 6 daha düştü. Yüzde 9’luk düşüş, darbenin yaşandığı gündü.

6 Eylül’de, İstanbul İl Başkanlığı’na mahkeme eliyle kayyum atanmasının konuşulduğu; bir partinin siyasi işlerine, başka bir partinin atadığı hâkimler ve savcılar üzerinden müdahale edildiği günlerde de borsa yüzde 6–4 arası geriledi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kapatılmasının istendiği iddianamenin Yargıtay’a gönderildiği günlerde benzer düşüşler yaşandı. Dünyada bu ölçekte düşüşler ancak büyük depremler, büyük afetler sırasında görülür.

Kurultay davası ertelendiğinde kaybın ancak yüzde 5,5’i geri alınabildi. Dava düştüğü gün borsa yüzde 5 yükseldi. Eylül ayında ertelendiğinde yüzde 6 düştü. Yani şirket değerleri üzerinden görülen tablo budur.

Peki vatandaşın gördüğü ne? Vatandaşın gördüğü, yüzde 17,5 olması gereken enflasyonun yüzde 30’a çıkmasıdır. Asgari ücretlinin gerçek enflasyonu ise yüzde 63’tür; çünkü gelirinin büyük kısmını temel gıdaya, kiraya ve çocuğunun eğitim masraflarına harcamaktadır. Bunların tamamı yüzde 63 oranında artmıştır. Resmî ortalamalar ise, TÜİK’in kimseyi üzmeyen verilerine göre yüzde 30 olarak açıklanmıştır.

Herkes şunu bilsin; geçen yıl aralık ayında kıymayı 600–700 liraya alıyorsanız, bugün 800 liraya alıyorsanız; bu darbe olmasaydı bu zammın yarısı olmayacaktı. Rakamlar bunu açıkça söylüyor.

19 Mart’ta, Atatürk’ten emanet Cumhuriyet’in en büyük kazanımı olan sandığa el uzatılmasaydı; dünyanın en bilinen metropollerinden birinde, 16 milyonu yönetmesi için yüzde 50’nin üzerinde oyla, 1 milyon 100 bin farkla seçilmiş Ekrem İmamoğlu’na darbe yapılmasaydı; önce mazbatasına el konulup sonra “cumhurbaşkanı adayı olacak” diye 30 yıl önce verilmiş diploması tartışmaya açılmasaydı; yetmeyip ertesi sabah evine gidilip gözaltına alınmasaydı, aylarca tutuklu kalmasaydı, bugün bu ülkeye yatırım yapılırdı.

"40 milyon kişi bahis tuzağında"

35 gündür grup toplantısı yapamadığımız bu süre zarfında, dilim varmıyor ama korkunç gelişmeler yaşandı. Bahis ve uyuşturucu, ülkenin ana gündemi hâline geldi. Aslında memleketimin gerçek gündemi çoktan buydu: Yıkılan aileler, evlatlarını okula gönderirken korkan anne babalar…

Gaziantep’te de, Manisa’da da, Niğde’de de, Ankara’da da milletvekillerimizin kolundan tutup aynı şeyi söylüyorlar: “Okulların önü çete dolu, torbacı dolu; evlatlarımızı uyuşturucudan koruyun.” Ya da olmadık sanal bahislerde kaybedilen paralar, dağılan yuvalar anlatılıyor. Çalıştığı işi bırakıp kumara sürüklenen insanlar var.

Peki buraya nasıl geldik? Önce şuradan geldik: Milli Piyango, devletin bir kurumuydu. Bir bilet aldığınızda, o paranın nereye gittiği belliydi; Kızılay’a, Yeşilay’a, şehit ailelerine aktarılıyordu. “Devlet eliyle kumar olmaz” dediler, satacağız dediler. Yapmayın dedik; hem güveni sarsmayın hem de devletin elindeki altın yumurtlayan tavuğu kesmeyin. Dinlemediler, kestiler; gittiler Demirören’e verdiler.

Şimdi bakın Milli Piyango’nun sitesine: Eskiden “devlet kumar oynatıyor” diye eleştirilen şeylerin çok ötesinde bir tablo var. Devralan şirket, 50 milyar lira vergi ödemiş, kârını 15 kat artırmış. Sitede 150 çeşit oyun var; kol çekmeler, farklı adlar altında sunulan oyunlar… Çocukların bile dikkatini çekecek görsellerle bahis oynatılıyor. Beş dakikada bir sözde yarışlar, anlık oyunlar… Bir kişi kazanıyor, dokuzu kaybediyor.

Eskiden bir bilet alırdınız; ya gazeteden bakardınız ya televizyondan. Şimdi siteye bir kez girince, çerezlerle her yerden bahis siteleri önünüze düşüyor. Telefonunuza mesajlar geliyor: “Şu kadar bonus, şu kadar kazanç.” İnsanlar bu tuzağa çekiliyor.

Peki neden? Çünkü bu ülkede bugün, asgari ücretlinin, bir devlet memurunun, bir beyaz yakalının; babadan miras kalmadıysa, piyangodan çıkmadıysa ev sahibi olması, araba sahibi olması neredeyse imkânsız. “Benim de çocuğumun arabası olsun, ben de eşimi hafta sonu gezdireyim” diyen insanın önüne bu çaresizlik bırakılıyor.

Bu anlattıklarımın en masum tarafı. Bir de geçinemediği için kredi kartına yüklenenler var. Geçen hafta gösterdim: Yüzde 96 faiz. Çalışarak kapanmayacak borçlar… “Son bileziği bozalım, şu sanal bahise girelim” noktasına itilen insanlar… Bunlar tesadüf değil. Dünyanın hiçbir yerinde bu ölçekte bir sanal bahis batağı yok.

40 milyon kişinin bu işin bir şekilde ucundan bulaştığı söyleniyor. Bunu ben söylemiyorum; Cumhuriyet Halk Partisi’nin araştırma birimi söylüyor, Yeşilay söylüyor. Yeşilay’ın raporu ortada: “Türkiye’de 40 milyon kişi sanal bahisle temas etmiş durumda” diyor.

Ne yapıyorsunuz? Devlete kumar oynatmadığınızı söyleyip, özelleştirmeyle memleketin yarısını kumar belasına bulaştırıyorsunuz. Oradan aldığınız vergiyi genel bütçeye koyuyorsunuz. Eğer samimiyet varsa; Milli Piyango’dan, şans oyunlarından, at yarışlarından alınan vergileri Yeşilay’ın bütçesine aktarın. Yeşilay’ı gerçekten güçlü kılın; tüm kötü alışkanlıklarla mücadele edebilecek hâle getirin.

Diğer tarafta uyuşturucu… Operasyonların ilkokul önlerine kadar indiğini annelerden, babalardan hepimiz duyuyoruz. Ama ülkenin duyması için ille de meşhur isimlere operasyon yapılması mı gerekiyor?

"Bir ülkenin nasıl yönetildiğini görmek istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın"

Yılı kapatıyoruz; acılarla, adaletsizliklerle… Sadece ilk anda aklıma gelen altı başlığı sayıyorum.

Kartalkaya’da, 36’sı çocuk olmak üzere 78 vatandaşımız hayatını kaybetti.
İş cinayetlerinde 1.956 işçimizi yitirdik; bunların 91’i çocuktu.
Metan gazı nedeniyle 12, aşırı sıcak altında çalıştırılmaları sonucu 2 işçimizi kaybettik.
Bir uçak kazasında 20 yurttaşımız yaşamını yitirdi.
34 kahraman askerimiz şehit oldu.
Dilovası’ndaki kaçak bir iş yerinde, 3’ü çocuk 7’si kadın olmak üzere 10 kişi hayatını kaybetti.

Kadın cinayetleri bu yıl da devam etti. Sadece bir yıl içinde 85 kahraman polisimiz intihar etti.

Biri çıkıp diyor ki: “Bir ülkenin nasıl yönetildiğini görmek istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.”

Muhabir: Şevval Dalgıç