Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Yeni Yaşam gazetesinin sorularını yanıtladı. Tuncer Bakırhan, açıklamasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin “SDG/YPG’nin Suriye yönetimi ile imzaladığı mutabakat zaptına riayet ve gereğini harfiyen yapması, aksi halde Ankara ile Şam’ın ortak iradesiyle askeri müdahalenin kaçınılmaz hale geleceği herkesçe bilinmelidir” açıklamasına da değindi.
“Suriye ve Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne yönelik önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den, ardından ise AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’ten sert açıklamalar geldi. Bu açıklamalarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Suriye’deki sorunlar nasıl çözülebilir? sorusuna Bakırhan, şu yanıtı verdi:
“Sorunların çözümü operasyon değil”
“Suriye’deki son gelişmeler ve Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne yönelik açıklamalar, bölgedeki siyasi gerçeklikleri derinlemesine anlamamızı gerektiriyor. Bu kritik dönemde, tarihin ve güncelin acı tecrübelerinden ders çıkararak geleceği inşa etmek zorundayız. Suriye topraklarında henüz birkaç ay önce yaşananları unutmamak gerekir. Alevi toplumuna ve Süveyda’daki Dürzilere yönelik saldırılar, binlerce masum canın kaybına yol açtı. Yaşanan sistematik katliamlar ve devam eden IŞİD saldırıları bölgede yaşayan tüm halkların güvenlik endişelerinin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.
Kürtler dahil olmak üzere, bölgedeki hiçbir toplumdan kendi güvenliğini garanti altına almadan, üstelik mevcut uygulamalarıyla güven vermeyen ve demokratik karakteri henüz netleşmemiş bir yapı içinde eriyin demek, hem etik hem de vicdan sınırları dışında kalır. Alevilerin ve Dürzilerin yaşadığı trajediyi Kürtlerin yaşamayacağına dair hangi güvence sunulabilir?
Sorunların çözümü operasyon tehditleriyle değil, hak ve hukuk temelinde diyalogla mümkündür. Kürtlerin hangi statüde, hangi haklar çerçevesinde yaşayacağına dair somut garantiler olmadan, sadece “teslim olun” demek ne adaletle ne de barışla bağdaşır. 10 Mart mutabakatına uyulması isteniyor. Soruyorum? Suriye Arap Cumhuriyeti ismi 10 Mart Mutabakatı’nın ruhuna uygun mu? Suriye Geçiş Anayasası’nı Kürtlere, Dürzilere, Alevilere, Türkmenlere sormadan, Suriyelilere sormadan ilan etmek 10 Mart Mutabakatı’na uygun mu? Hükümet ilan edilirken, Cumhurbaşkanı belirlerken Kürtlere sormamak, Suriyelilere sormamak 10 Mart Mutabakatı’na uygun mu? 10 Mart Mutabakatı başta Kürt halkı olmak üzere Suriye’de yaşayan halkların, inançların kendi kimliklerinden, inançlarından ve yönetime katılma haklarından mahrum olmaları demek mi?
“Kürtlerin yüzü Şam’dadır”
Dahası, bütün bu politikaları ile 10 Mart Mutabakatı’nı hiçe sayan Şam tarafıdır. Bu coğrafyada Türk, Kürt, Arap ve Fars kardeşlik bağının güçlendirilmesi için öncelikle eşitlik ilkesinin benimsenmesi gerekir. Türkiye’nin komşu ülkelerdeki Kürt halkının meşru haklarını, onurunu ve statüsünü savunması, kendi vatandaşı olan milyonlarca Kürdün de beklentisidir.
Burada önemli olan şu: Gerçekten yol almak ve bir şeyleri, tam da dünyanın denediği, sorunlarını en etkili şekilde çözdüğü yol ve yöntemleri takip ederek, konuşarak mı çözeceğiz yoksa bagajımızdaki ezberler ile mi yürüyeceğiz?
Bizler için bu süreç, şiddetin yerini siyasetin; çatışmanın yerini diyaloğun, ötekileştirmenin yerini kucaklaşmanın aldığı bir dönüşüm dönemidir. Bunu en iyi şekilde gerçekleştirmek için canla başla çalışıyoruz. Sayın Ömer Çelik, olmazın kısmındadır. Her şeyi kendinize hak göremezsiniz. Adil konuşmak zorundayız. Çünkü bu süreç bir yap-et süreci değildir. Beklentiler ve adımları konuşacaksak, hiç olmadığı kadar atılan tarihi adımlara karşılık tek somut bir adımın henüz hayata geçmediğini hatırlatmak zorundayız.
Mesela Kürtlerin yüzü Şam’dadır, bunu her gün ifade ediyorlar. Peki sizlerin yüzü neden demokratik bir çözümden, diyalogdan yana olanlardan değil? Asıl soru budur. Gerisi tüm argümanlar, ‘yansıtma psikolojisidir’…
Neden Kuzey-Doğu Suriye heyeti ile resmi olarak görüşülmüyor mesela? Neden kabinedeki bakanlar kendi ülkelerindeki çözüm ve barış sürecinden daha çok Suriye işleri ile meşgul durumdalar? Madem stratejik bir adım bu, madem ülke ve bölgenin kaderi değişecek neden gerçekçi sözler kurulmuyor? Mesela demokratik entegrasyona dair tek bir öneri toplum ile paylaşıldı mı? Varsa yoksa parmak sallama.
Bir kez daha hatırlatıyoruz. 22 Ekim’de Sayın Öcalan’ı Meclis’e davet eden çağrı, aslında demokratik çözüm arayışının bir parçasıydı. Öcalan Meclis’e gelse yıllardır savunduğu demokratik ulusu ve demokratik cumhuriyeti savunur. Abdullah Öcalan’ın öne sürdüğü “Demokratik Ulus” fikri, bu bağlamda önemli bir perspektif. Bu yaklaşım, Türkiye, Suriye ve tüm Ortadoğu için barışçıl bir perspektif sunuyor.
Demokratik Ulus anlayışı, her halkın kendi kimliği ve inancıyla yaşayabileceği, adem-i merkeziyetçi bir sistemi öngörüyor. Bu yaklaşım neden bir tehdit olarak algılanıyor? Aksine, bu model farklılıkları zenginlik olarak gören, kimseyi asimile etmeye çalışmayan, herkesi kendi rengi ve iradesiyle kabul eden bir anlayışı temsil ediyor. Sayın Öcalan’ı Meclis’e çağıran akıl Sayın Öcalan’ın çözüm önerilerine de açık olmalı ve tartışabilmeli.
Türkiye’nin de tarihsel endişelerini anlıyor ve saygı duyuyoruz. Ancak bu endişelerin çözümü, diğer halkların haklarını yok saymakla, tehditle değil, eşit bir kardeşlik temelinde ortak geleceği inşa etmekle mümkündür. Kürtlerin hakkının, hukukunun tanınması, Türkiye’yi zayıflatmaz; tam tersine güçlendirir, bölgesel istikrara katkı sağlar.
Bölge halklarının istikrarlı geleceği üzerinde oyun kuranların planlarını boşa çıkarmanın yolu, tehditlerle değil eşitlik ekseninde kardeşlik hukukunu geliştirmekten geçiyor. Bu sürece karşı çıkanlar uzun süredir askeri seçeneği dayatıyor. Bu seçeneğe başvurmak yaklaşık bir yıldır büyük bir emek ve çabayla yürütülen süreci büyük bir çıkmaza sürükler. Bunu da süreç karşıtları dört gözle bekliyor.
Toplumun büyük çoğunluğu sürece destek veriyor. Artık çözüm diyor, savaş diyen bir avuç insanın yüzyılımızı çalmasına izin vermeyelim. Biz bu sürece kıymet biçiyoruz ve başarıya ulaşması için de yapıcı rolümüzü koruyacağız.
Sevap, şerre dua etmekte değil; barışta, eşitlikte ve adalettedir. Barışın kapılarını açan, sorunları diyalogla çözme iradesidir. Bu iradeyle hareket ettiğimizde, hem Kürt onurunu ve hakkını koruyabilir hem de Türkiye’nin güvenlik kaygılarına çözüm bulabiliriz.”