Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerinin başlamasının üzerinden tam 20 yıl geçti. Ancak 3 Ekim 2005’te atılan bu tarihi adım, ne Ankara ne de Brüksel için beklenen bir başarı hikâyesine dönüşemedi. Üyelik hedefi yerini savunma, ticaret ve göç gibi alanlarda sınırlı iş birliğine bıraktı. Hem Türkiye’deki iç siyasi gelişmeler hem de Avrupa’daki siyasi eğilimler, bu dönüşümde belirleyici rol oynadı.

Müzakere süreci daha en baştan “şartlı” başladı

Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Direktörü Sinan Ülgen’e göre, müzakerelerin başladığı gün yayımlanan çerçeve belgesi, Türkiye için "diğer aday ülkelerden farklı, açık uçlu ve koşullu" bir süreci işaret ediyordu. Bu durum, AB’nin Türkiye’ye üyelik konusunda baştan beri çekinceli olduğunu ortaya koydu.

Benzer şekilde, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) AB Çalışmaları Direktörü Nilgün Arısan Eralp de, müzakerelerin başlamasının ardından sürecin ilerlemek yerine duraksamaya başladığını belirtiyor. Eralp’e göre 2004 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) tüm adayı temsilen AB'ye alınması da önemli bir kırılma yarattı.

GKRY ve Sarkozy etkisi süreci kilitledi

Buse Söğütlü’nün T24’te yer alan ve uzman görüşleriyle desteklenen haberine göre, Türkiye'nin üyelik sürecindeki en büyük kırılmalardan biri, GKRY'nin AB üyeliği sonrası müzakereleri bloke etmesi oldu. Eski AB Daimî Temsilcisi Büyükelçi Selim Yenel, bu gelişmenin hemen ardından Gümrük Birliği’nin GKRY’yi kapsamaması nedeniyle sekiz faslın açılmasının engellendiğini belirtiyor.

2007’de Fransa Cumhurbaşkanı seçilen Nicolas Sarkozy'nin açıkça Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkması ve bazı başlıkları tek taraflı dondurması, üyelik sürecine bir başka darbe vurdu. Eralp’e göre bu tutum, diğer ülkelerin de süreci engellemesini kolaylaştırdı.

Demokrasi ve reform eksikliği üyelik zeminini aşındırdı

2013’teki Gezi Parkı protestoları ve 2016’daki darbe girişimi sonrası Türkiye'nin iç politikasında yaşanan değişim, Avrupa Birliği’nin temel değerleriyle daha da uzaklaşmaya neden oldu. Ülgen, bu dönemi, “özgürlükçü ve insan haklarına dayalı reform hareketinin sonu” olarak tanımlıyor.

AB ise darbe girişimi sonrası Türkiye'deki olağanüstü hal uygulamaları ve temel haklardaki sınırlamalara karşı eleştirel bir tutum benimsedi. Eralp, bu dönemde AB'nin Türkiye’deki demokratik gerilemeyi yeterince güçlü şekilde eleştirmemesini, özellikle mülteci anlaşması sonrası oluşan çıkar temelli ilişkiye bağlıyor.

“Mülteci Mutabakatı” ilişkileri çıkar temeline oturttu

2015'te yaşanan göç krizi sonrası Türkiye’nin stratejik önemi arttı. 2016’da imzalanan Mülteci Mutabakatı ile AB ve Türkiye arasındaki ilişki, “çıkar odaklı bir pazarlık zeminine” oturdu. Yenel, o dönemde ilişkilerin “üç zirveyle canlandırılmaya çalışıldığını” ancak bunun uzun vadeli bir etkisinin olmadığını vurguluyor.

Bu süreçte taraflar, üyelik perspektifinden ziyade göç yönetimi, ticaret ve güvenlik gibi başlıklara odaklanmaya başladı.

İlber Ortaylı’nın kızından babasının sağlık durumuna ilişkin açıklama
İlber Ortaylı’nın kızından babasının sağlık durumuna ilişkin açıklama
İçeriği Görüntüle

Vize serbestisinde “kaçırılan fırsat” tartışması

2016’daki Mülteci Mutabakatı kapsamında Türkiye’ye vize serbestisi sözü verildi. Ancak bu adım, 72 kriterin tamamının yerine getirilmemesi nedeniyle hayata geçirilemedi. Ülgen’e göre en temel sorun Terörle Mücadele Yasası, kişisel veri düzenlemeleri ve yolsuzlukla mücadelede gerekli reformların yapılmamasıydı.

Ülgen, o dönem Türkiye'nin elinin güçlü olduğunu ancak süreci hem siyasi nedenlerle hem de stratejik hesaplarla etkin biçimde kullanamadığını ifade ediyor.

Katılım süreci dondu, savunma iş birliği öne çıktı

Tam üyelik hedefi artık gündemde olmasa da Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler farklı başlıklarda gelişmeye devam ediyor. Özellikle Ukrayna Savaşı sonrası Avrupa güvenlik mimarisinde Türkiye’nin potansiyel rolü daha çok tartışılıyor.

Ülgen'e göre bu iş birliği alanları; savunma, ticaret ve vize kolaylığı gibi konularla sınırlı kalacak. Ancak AB’nin kurumsal yapısına dahil olma şansı, Yunanistan ve GKRY gibi ülkelerin siyasi engelleri nedeniyle düşük. Arısan Eralp de, savunma iş birliğinin İspanya, İtalya ve Polonya gibi ülkelerle sınırlı ikili ilişkiler düzeyinde kalacağını öngörüyor.

Ortak değerler yerine ortak çıkarlar dönemi

AB-Türkiye ilişkileri, artık ortak değerlere değil, sınırlı ortak çıkarlara dayanıyor. Eralp, AB’nin Türkiye’yi artık bir “aday ülke” değil, “belirli konularda iş birliği yapılabilecek üçüncü bir ülke” olarak gördüğünü belirtiyor.

Yenel ise karşılıklı güvenin zedelendiğini ve bu ortamda ilişkilerin ileri gitmesinin zor olduğunu ifade ediyor. Ona göre, artık AB ile değil, tek tek üye ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi daha gerçekçi bir yol olabilir.

Gelecek öngörüsü: Adaylık sürer ama ilerleme zor

Sinan Ülgen, Türkiye-AB ilişkilerinin “adaylık sürecinin sadece masada kaldığı”, fakat asıl iş birliğinin diğer alanlarda geliştiği bir yapıya evrileceğini öngörüyor. Bu yapının sağlıklı işlemesi için ise iki temel değişim şart:

Türkiye’nin demokrasi ve hukuk devleti konusunda olumlu bir gündemle hareket etmesi,

AB’nin Türkiye’yi engelleyen üyelerden kaynaklanan siyasi blokajları aşması.

Kaynak: Haber Merkezi