Sosyal medyada paylaşılan bir video birkaç gündür tartışma konusu… Şöyle ki; izlediğimiz videoya göre, İsmailağa cemaatine mensup olduklarını söyleyen birkaç kişi, bir grup başörtülü genç kadın parkta piknik yaparken kendilerine yaklaşıyor ve örtü tebliğinde bulunuyor. Çünkü Kur'an ve sünnetin belirlediği sınırlara göre örtünen genç kadınların örtüsü, bu kişilerin “kendi belirledikleri” örtünme biçimine uymuyor, kendilerine göre başörtülü genç kadınlar, çarşaf giymeliler. Yine kendilerine göre kadının her yeri ziynet. Yani aslında bu şu demek, her yerin ziynet ise evinde otur, sokağa da çıkma. Aynı zamanda bu ve benzeri anlayışlara göre kadının eğitim alması, çalışması, kadını namahrem bir erkek görüp duyar diye haram.

Ne Kur'an-ı Kerim ne de sünnet, kadın çarşaf giymeli, çalışmamalı, evden çıkmamalı, kadının her yeri ziynet demiyor. Buna mukabil bazı tarikat ve cemaatler, Allah’a ve Peygamber (SAV)’e rağmen, kendi hevaları üzerinden kadının nasıl olması gerektiğini belirlemeye kalkıyor dahası bunu da kendilerine kaynak olmadığı halde dini referans göstererek yapıyorlar. Ve bunun adı da tebliğ oluyor.

Hayır!

Bu tebliğ değil, bu kadını dini istismar ederek kontrol etme gafletinden başka bir şey değil.

Şimdi sorsak tartışma konusu olan videodaki kişiler de onların yaptığı eylemlerin benzerini yapan kişiler de tebliğin bir Müslümanın görevi olduğunu savunur.

Hayır!

Bu tebliğ değil, bu, “kendisinin” emrinden çıkmaması gerektiğini düşündüğü, kendisinin yönetmesi gerektiğini düşündüğü kadınlara hükmetme çabası. Yani kendini tatmin etme çabası.

Muhtemelen kendilerine sorsanız, yaptıklarını Rasulullah’ın sünnetinden, peygamberin tebliğinden örnek aldıklarını söylerler. Oysa Hz. Peygamber (SAV)’in böyle bir tebliği yok. İman etmiş, örtünmüş, Müslüman ve mümin olduğu her halinden belli olan kadınlara yönelik bir tebliği yok, olsa bile sadece bu şekilde sınırlı bir tebliğ değil. Nasıl mı? Şöyle!

Mekke toplumunda şirk var, garibanın belini büken tefecilik var, toplumda çürüme var, asil çocuk sahibi olmak için asil ailelerden bir adamla karısının cinsel ilişkiye girmesini kabul edecek kadar asabiyeye tapmış az sayıda da olsa kişiler var, toplumsal çürüme var. Puta tapan var, herkesin bildiği üzere taptığı putu çölde aç kalınca yiyen var. Hatta ve hatta Kabe’yi çıplak tavaf etmek diye bir durum var. Kabe’nin çıplak tavaf edilmesindeki husus zaten toplumdaki bozulmayı gösteren en önemli örnek. Kabe, Peygamber İslam’ı tebliğ etmeden de “mübarek” bir yer olarak kabul ediliyor. Bir çeşit secde, bir çeşit tavaf var. Ve bugünkü gibi insanların üç beş kat kıyafeti yok, Kabe’ye geldiklerinde, üzerlerindeki kıyafetle “günah işledikleri” için, kirli olan kıyafetle Kabe’ye giremedikleri için çıplak tavaf ediyorlar. İşte Rasulullah böyle toptan bozulmuş değil ama bozulmaların olduğu bir topluma tebliğde bulunuyor ve şirke karşı tevhidi, bozgunculuğa karşı düzeni, haksızlığa karşı adaleti tebliğ ediyor. Yani üç beş tane başörtülü genç kadına gidip de “çarşaf” giyin şeklinde bir tebliği yok.

Bazı tarikat ve cemaatlerin kadın bedeni üzerinden din icat etmesi aslında tamamıyla dinle de alakalı değil. Her cemaat, her tarikat kendisine daha fazla üye, mürit dahil etmek istiyor. Aynı zamanda markalaşıyor. Doğru duydunuz, markalaşıyor, kendilerine ait bir marka/imaj oluşturuyorlar. Buna göre erkekler sakal ve cübbe kadınlar ise çarşaf giyerek o tarikatın markasının reklamını yapıyor. Bu da bir çeşit pazarlama örneği olarak yolda izde insanlara “benim markamın tanıtımını” yap şeklinde söylenemeyeceği için, Ahzap ve Nur suresi ayetlerinde çarşaf emri olmadığı halde “çarşaf emri var” denilerek, yani Allah’ın emri sağa sola çekilerek, din istismar edilerek “çarşaf dinde var” deniliyor.

Elbette bu garabet olaylar dindar kesimle sınırlı değil. Çarşaf tebliği olayıyla eş zamanlı olarak benzer bir tartışma konusu daha geçtiğimiz hafta gündemdeydi.

Birgün gazetesi, Yeşilay Bilim Kurulu üyeleri ile ilgili bir haber yaptı ve üyelerden Ömer Miraç Yaman için “Gerici dernek ve vakıflarda görev yaptı. Derslere uzun sakalı ve şalvarı ile girdiği ifade ediliyor" ifadelerini kullandı. Bu şekilde hedef gösterilen Yaman ise son yıllarda hasret kaldığımız “ehliyet ve liyakat” eksiklikleri konusundaki yaralara şifa olacak bir profil. Yeşilay Bilim Kurulu üyesi sosyolog Ömer Miraç Hoca’nın tüm kariyeri, gençlik ve bağımlılık üzerine... Prof. Dr. Yaman’ın yayınlanmış 115 eseri var. Ancak onun çabaları teorik/akademik sınırlılıkta değil. Çok sayıda genci bağımlılıktan kurtardığı, sahada çok aktif olduğu söyleniyor. Zaten bu yüzden de lakabı İstanbul’un Hızır’ı.

Uyuşturucu çok ciddi bir problem hem bu batağa düşen kişiler hem onların yakınları hem de toplum için çok ciddi bir problem ve bu tip bağımlılıklar endişe verici boyutlara ulaşmış durumda. Şimdi düşünün bir profesör hem gençleri hem ailelerini hem de toplumu bu büyük tahribattan kurtarmak için hakkaniyetle çalışıyor ama sakallı ve şalvarlı olduğu için birilerine kendisini beğendiremiyor. Kendisine kılık kıyafeti nedeniyle düşmanlık duyacak kadar kötü bağımlılıkları olanlar tarafından hedef alınıyor. Acaba Ömer Hoca’dan rica etsek bu tip nefret bağımlıları için de çalışmalar yapar mı?

Görüldüğü üzere bu taciz etme, hedef alma, baskı kurma, belli kıyafetleri dayatma noktasında bazı dindarların da bazı sekülerlerin de birbirinden bir farkı yok ve bu şaşırtıcı değil, bildiğimiz bir durum. Şaşırtıcı, bilinmez, hayret verici olan şu; bu ruh eşi, ruh ikizi, tek yumurta ikizi iki “az sayıdaki” kesimin saçtıkları olumsuz enerjilerin, “çok sayıdaki” kesimin olumlu enerjisini asırlardır sömürebilmesi… Ne dersiniz, biraz üzerine düşünsek mi?